Artık Anadolu'ya geçerek Millî Mücadele bayrağını
açmak gerekiyordu. İşte bu sıralarda,
Mustafa Kemal Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırmak
amacıyla, kendisine Dokuzuncu Ordu Müfettişliği
teklif edildi. Mustafa Kemal Paşa, kendisine geniş
salâhiyetler tanıyan bu vazifeyi kabul etti.
16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile İstanbul'dan
hareket eden Mustafa Kemal Paşa,19 Mayıs 1919
sabahı Samsun'da Anadolu topraklarına ayak bastı.
Kendisinin Anadolu'ya gönderiliş gerekçesi, Samsun ve
çevresindeki asayişsizliği yerinde görüp
incelemek ve tedbir almaktan ibaretti. Hükûmete verilen
İngiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin,
Rumlara karşı gerilla hareketine giriştikleri
ve bölgenin asayişini bozdukları bildirilmekte
ise de durum tam tersine idi. Bu bölgede, Pontus Rum
Devleti kurma amacına yönelik geniş bir Rum
faaliyeti vardı. Baskı gören Rumlar değil, Türklerdi.
Rum Patrikhanesinden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede
kurduğu çeteler vasıtasıyla Türk köylerini
basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı yıldırmak
istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever Türkler
de mukabil çeteler oluşturmuşlar; bölge Rumları
ile mücadeleye başlamışlardı. Bütün
bu gerçeklere rağmen Mustafa Kemal Paşa'ya
verilen talimat gereğince bölge Türklerinin
direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal Paşa, görevi
kabul için Ordu Müfettişliği sıfatı ve
geniş salâhiyetler istedi. İstanbul Hükûmeti bu
istekleri de kabul etti.
Saray ve İstanbul Hükûmeti, Mustafa Kemal
Paşa'nın bu görevi yapacağını
zannetmişti. Oysaki Mustafa Kemal'in düşünceleri
tamamen başka idi. Ama bu görev, kuşkuları
çekmeksizin Anadolu'ya geçmek için değerlendirilmesi
gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri
de, geri alınıncaya kadar milletin menfaatleri
adına kullanmak vicdanî bir davranış idi.
Esasen olayların akışı da kısa
zamanda bunu ispatlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa,
İstanbul'dan ayrılmadan önce başta sadrazam
olmak üzere kabine azalarının hemen hepsi ile ve
en sonunda Padişah'la görüşmüştü. Fakat
bu kişilerin hiçbirinde memleketi içinde
bulunduğu badireden kurtaracak bir enerji, bir ümit
ışığı görmemiş, görememişti.
İstanbul Hükûmeti'nin ve Padişah'ın
davranışlarında İtilâf Devletleri'ni gücendirmemek
görüşünün ağır ezikliğini hissetti.
Oysaki onların kararlarına uymak değil,
karşı koymak lâzımdı. İşte
Anadolu'ya bu gaye ile gidiyordu. Mustafa Kemal
Paşa'nın İstanbul'dan ayrılırken
yakın arkadaşlarına söylediği şu sözler
bu bakımdan büyük önem taşımaktadır:
"Düşman süngüsü altında millî birlik
olamaz. Ancak hür vatan topraklarında memleketin
istiklâli ve milletin hürriyeti için çalışılabilir.
Bu gayeyi tahakkuk ettirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum".
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçer geçmez plânını
uygulamaya başladı. 21 Mayıs 1919'da Kâzım
Karabekir'e telgraf çekti. Telgrafta bu
davranışını şöyle belirtiyordu:
"Umumî durumumuzun aldığı vahim
şekilden pek müteessirim. Millet ve memlekete borçlu
olduğum en son vicdani vazifeyi yakından müşterek
çalışma ile en iyi şekilde yerine getirmek mümkün
olacağı kanaati ile bu son memuriyeti kabul ettim".
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan 2
gün sonra, 21 Mayıs 1919'da Genelkurmay
Başkanlığına Samsun ve çevresindeki
asayişsizliğin sebeplerini açıklayan
İstanbul Hükûmeti'nin ve İtilâf Devletleri
temsilcilerinin hoşlanmadığı şu
telgrafı çekti: "Rumlar bu bölgede, Pontus Hükûmeti
teşkili gibi bir safsata etrafında
toplanmış ve Rum çeteleri hemen kâmilen siyasî
bir şekle dönüşmüştür". 22
Mayıs 1919'da Samsun'dan Sadaret'e gönderdiği
raporu da şu cümle ile noktaladı: "Millet
birlik olup hâkimiyet esasını, Türklük
duygusunu hedef almıştır". Bu
anlamlı ifadede Anadolu'da beliren Milli Mücadele
azmini sezmemek mümkün değildir. İşte bu
raporlar İstanbul'a geldikten sonradır ki
İtilâf Devletleri temsilcileri İstanbul Hükûmetinden
sordu: "Tanınmış bir Türk
generalinin Anadolu'da ne işi vardır?"
Bunun üzerine İstanbul Hükûmeti, Anadolu'ya gönderdiği
müfettişi geri çağırma girişimlerine
başladı
Artık, Anadolu'da başlayan Millî Mücadele,
liderini bulmuş, dağınık ve bölgesel
mukavemetler bir bayrak altında toplanmaya
başlamıştı. Bunun ilk örneğini 22
Haziran 1919'da Mustafa Kemal imzasıyla Amasya'dan bütün
memlekete duyurulan bir tamimde görüyoruz. Bu genelgede
kutsal bir ses işitiliyordu: "Vatanın bütünlüğü,
milletin istiklâli tehlikededir. Milletin istiklâlini yine
milletin azim ve kararı kurtaracaktır".
Bu cümleler Milli Mücadele'nin örgütlü olarak fiilen
başladığının onun imzası ile bütün
cihana ilânı idi. Bu genelge diğer bir maddesiyle
beliren millî tehlike karşısında izlenecek
ilk yolu da belirtiyordu: "Her vilâyetten seçilecek
milletin güvenini kazanmış delegelerle,
Anadolu'nun en emin yeri olan Sivas'ta derhal bir millî
kongre toplanacaktır".
Mustafa Kemal Paşa, Amasya Tamimi adıyla
ünlü bu genelgesini yaptıktan sonra Erzurum'a geçmek
üzere 27 Haziran 1919'da halkın sevinç gösterileri
arasında Sivas'a geldi. Şehirde
kaldığı 1 günlük süre içinde, Erzurum
Kongresi'ni takiben Sivas'ta yapılacak Kongre için
ilgililere gerekli direktifleri vererek Erzurum'a hareket
etti. Atatürk, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum'a geldi.
Kendisi der ki "Benim Erzurum'a gelişim, bütün
milletin ateşten bir çember içine
alınmış olduğu bir zamana tesadüf etti.
Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılacağını
düşünmekte idi".15 Temmuz 1919 günü
Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından
coşkun bir şekilde
karşılandığı zaman Çukurova'da
muhacir olarak bulunup Erzurum'a dönen ihtiyar Mevlüt
Ağa ile aralarında geçen konuşma, bu
ateşten çember içinden mutlaka çıkılması
gerektiği fikrini Atatürk'te daha da perçinledi.
İhtiyar, fakat dinç Mevlüt Ağa'ya Mustafa Kemal
Paşa sordu: - Çukurova gibi verimli bir memleketten
niye döndün? Yoksa geçinemedin mi? Mevlût Ağa
derhal cevap verdi: - Hayır Paşam, geçimimiz
çok rahattı. Son günlerde işittim ki
İstanbul'daki ırzı kırıklar, bizim
Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim,
bu namertler kimin malını kime veriyorlar?
Bu sözler, milletle beraber, millet için çalışmak
üzere Erzurum' a gelen Mustafa Kemal Paşa'yı çok
duygulandırmış, gözlerini
yaşarmıştı.Etrafındakilere döndü
ve : -Bu milletle neler yapılmaz.
Atatürk, Erzurum'a gelişinden 5 gün sonra,8/9
Temmuz 1919'da "Sine-i millette bir ferd-i mücahit
olarak çalışmak üzere" çok
sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa
etti. Artık, bir millet ferdi olarak, milletten kuvvet,
kudret ve ilham alarak tarihî vazifesine devam ediyordu.
Askerlikten istifasını takiben
Erzurumluların isteği üzerine Vilâyat-ı
Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum
Şubesinin Heyet-i Faale
Başkanlığına getirildi. Cemiyet, o günlerde
daha evvelce alınan bir karar gereğince doğu
illerini kapsayan bir kongrenin hazırlıkları
içinde idi. Mustafa Kemal'in Heyet-i Faale Reisi olarak bu
kongreye iştiraki mümkündü; fakat O, bu kongreye özellikle
Erzurum'dan üye olarak iştirak etmek istiyordu. Ne çare
ki Erzurum üyeleri evvelce seçilmişti; ama buna
daBBir çözüm bulundu. Erzurum'un iki değerli evlâdı,
Kâzım Yurdalan ve Cevat Dursunoğlu Erzurum üyeliğinden
istifa etmek suretiyle yerlerini Mustafa Kemal ve Rauf Bey'e
bıraktılar. Bu suretle Mustafa Kemal
Paşa'nın kongreye girişi meşruluk
kazandı.
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da tek katlı bir
ilkokul salonunda 62 delegenin iştirakiyle
toplanmıştı. Kongre, bir kurucu meclis gibi
çalışarak 14 gün devam etti ve 7 Ağustos
1919 da çalışmalarına son verdi. Kongre'yi
geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif
Efendi açmış, delegelerin isim okunarak
yoklaması yapıldıktan sonra
başkanlık seçimine geçilmişti. Yapılan
oylamada Mustafa Kemal Paşa, başkan seçildi.
Millî Mücadele'ye bayrak olan bir kongrenin Erzurum'da
toplanışı bir tesadüfün eseri değildi;
Mondros Mütarekesi'nden sonra müdafaa şuurunun en
keskin bir şekilde meydana çıktığı
bölgelerden biri Erzurum idi. Zira Mütareke hükümlerine
göre asırlarca şehit kanıyla
sulanmış Erzurum topraklarını da içine
almak üzere bir Ermenistan kurulması isteniyordu. Bu
durum, bölgedeki millî birlik ve mukavemet şuurunu
daha da bileyledi. Keza, Kongre'ye Doğu Karadeniz il ve
kasabalarını temsil etmek üzere 17 delege ile
iştirak eden Trabzon'da da Pontus tehlikesi vardı.
Bölge Rumları, Mondros Mütarekesi'nden faydalanarak
Doğu Karadenız şehirlerini kapsayacak bir
Pontus Rum Devleti kurma hayali içindeydiler. Bu
bakımdan Doğu Anadolu şehirleri ile tehlike müşterekti.
Erzurum Kongresi, güç şartlar altında
toplanıyordu. Çünkü Kongre üyelerinin vilâyetlerce
gerek seçiminde, gerekse seçilenlerin Kongre'ye gönderilmesinde
büyük güçlükler çıkarılıyordu. Mülkî
amirlerin büyük kısmı, İstanbul Hükûmeti'nin
baskısı ile delegeleri korkutuyorlar, yola çıkmalarını
engelliyorlar, hatta bazı vilâyetler kesin olarak
delege göndermemekte direniyorlardı. Elâzığ,
Diyarbakır ve Mardin illerinden seçilen üyeler
valilik baskısı sebebiyle yola çıkmaktan
alıkonulmuşlar, dolayısıyla Kongre'ye
iştirak edememişlerdi. Bu sebeple Kongre'nin
toplanabilmesi için Müdafa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti
Erzurum Şubesinin gayretleri yanında Mustafa Kemal
Paşa tarafından da ciddî teşebbüslerde
bulunmak icap etti. Vilâyetlerin herbirine açık
telgraflar gönderilmekle beraber, bir taraftan da
şifre telgraflarla valilere, komutanlara gerektiği
şekilde tebligatta bulunuldu. Nihayet yeteri kadar
temsilci getirtilip Kongre'yi toplamaya muvaffak olundu.
İşte bu şartların
oluşturduğu hava içinde gerçekleştirilen
Erzurum Kongresi, Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i
Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile Trabzon
Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti'nin müştereken
hazırladığı bir Kongre idi. O günkü mülkî
taksimatta Trabzon'un kapsadığı Doğu
Karadeniz il ve ilçelerinden 17, Erzurum'un
kapsadığı il ve ilçelerden 25, Sivas'ın
kapsadığı il ve ilçelerden 14, Bitlis'ten 4
ve Van'dan 2 delegenin iştiraki ile toplam 62 üye ile
toplanmıştı. Bugünkü idarî taksimat göz
önüne alındığı takdirde 30'a
yakın Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz illerini
ve bunların ilçelerini kapsamaktadır.
Erzurum Kongresi'nin toplanışı ve çalışmalarına
başlamasıyla İstanbul da Saray ve Hükûmet
tarafından, Anadolu'da yükselen bu kurtuluş
sesini boğmak için yoğun bir faaliyet
başladı. Ajanslarla Mustafa Kemal'in devlete
başkaldıran bir asi olduğu, Erzurum
Kongresi'nin kanunsuz toplandığı ilân edildi.
Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamak için her türlü
tedbire başvuruldu. İstanbul Hükûmeti, Erzurum
Kongresi'nin dağılmasını, Kongre ye
katılanların yakalanarak İstanbul
Divan-ı Harbi'ne sevklerini emretti ise de millet
fertlerini saran o zamanki millî hava içinde hiçbir makam
bu emri yerine getirmeye teşebbüs edemedi.
İşte bu derece güç şartlar içinde gerçek
bir vatan aşkıyla her türlü tehlikeyi göze
alarak toplanan Erzurum Kongresi Türk tarihinde önemli bir
dönüm noktası oldu. Türk Kurtuluş
Savaşı'nın ilk temelleri bu Kongre'de
atılmış, alınan tarihî kararlar Millî
Mücadele'nin temel kurallarını
oluşturmuştu. Erzurum Kongresi kararları
şu şekilde özetlenebilir:
1- Doğu illeri ile Trabzon ve Canik
sancağı hiçbir sebep ve bahane ile Osmanlı
topluluğundan ayrılması mümkün olmayan bir
bütündür. Bu demekti ki doğu illeri Ermenistan
sevdasıyla, Karadeniz illeri Pontus hülyasıyla
ana vatandan ayrılamayacaktır. Bu karar,
vatanı ve milleti bölmek isteyenlere karşı
ilk esaslı ihtardı.
2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine
karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve
mukavemet edecektir. Bu madde ile milletin, her türlü
işgal ve müdahaleyi kesin olarak reddettiği,
birlik halinde direneceği bildiriliyordu. Vatan
topraklarına yönelik hiçbir işgal ve müdahale,
karşılıksız kalmayacaktı. Millet
işgal ve istilâyı birlik halinde püskürtmeye
kararlıydı.
3- Vatanın ve istiklâlin muhafaza ve teminine
İstanbul Hükûmeti muktedir olamadığı
takdirde, gayeyi temin için Anadolu'da geçici bir hükûmet
kurulacaktır.
İstanbul Hükûmeti'nin hali ve tutumu belliydi; güçsüz
ve beceriksizdi. Memleketi Mondros Mütarekesi ile
kayıtsız şartsız galip devletlere teslim
etmişti. Ülkeyi uçurumun kenarından ancak ve
ancak millî iradeye dayanan bir hükûmet kurtarabilirdi;
bu mutlaka gerçekleştirilecekti. Esasen Erzurum
Kongresi bu amaca yönelik ilk adımdı.
4- Kuva- i Millîye'yi amil ve irade-i mılliyeyi hâkim
kılmak esastır. Kuva-yi Milliyeden kasdedilen millî
kuvvetler, milletin bağrından çıkacak millî
bir ordu idi. Bu ordu, milletin kutsal gayesi uğrunda
milletin arzu ve eğilimleri yönünde mutlaka zafere
ulaşacaktı. Millî iradeyi hakim kılmak
aynı zamanda demokratik bir esastı. Bu esasta
Cumhuriyet rejiminin ilk
kıvılcımlarını sezmemek mümkün
değildi.
5- Hıristiyan azınlıklara siyasî
hakimiyet ve sosyal dengemizi bozan imtiyazlar verilemez.
Memleketteki azınlıklar yer yer siyasî egemenlik
davasına kalkışmıştı. Memleket
bütünlüğünü bozucu, vatanı parçalayıcı
bu gibi davranışlara imkân verilmeyecekti.
Azınlıklara sosyal dengemizi bozan ekonomik,
hukuksal ve kültürel -her ne çeşit olursa olsun-
ayrıcalıklar ve üstünlükler
tanınmayacaktı.
6- Manda ve himaye kabul olunamaz. Türk milleti her
şeyi göze alarak istiklâli için silâha
sarılmıştı. Hiç kimseden lûtuf ve
yardım beklemiyordu; yabancı devletlerden merhamet
istemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun istiklâl
mutlaka gerçekleşecekti. Parola "Ya istiklâl
ya ölüm" idi.
7- Millî Meclis'in derhal toplanmasına ve hükûmet
işlerinin meclisin denetimi altında yürütülmesine
çalışılacaktır. İtilaf
Devletleri'nin baskısı ve Padişah
fermanı ile kapatılmış olan Meclis
derhal toplanmalı, hükûmetin millet ve memleketin
mukadderatı ile ilgili vereceği her türlü karar
böyle bir meclisin denetiminden geçirilmeliydi. Hükûmet
kararları ancak bu şekilde meşruluk
kazanacaktı.
8- Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil, fennî,
sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı
takdir eder. Bu cümle ile Türk milletinin yeniliklere açık
ruhu belirtiliyordu. Denilmek isteniyordır ki, Türk
milleti insanî ve uygar amaçların değerini bilen
ve kavrayan bir millettir. Nitekim Atatürk, milletin çehresini
değiştiren büyük inkılâplara
başladığı zaman "Yaptığımız
ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi,
milletimizi her bakımdan uygar bir toplum haline
getirmektir. İnkılâplarmızın temel
kuralı budur." diyecekti. Kararda geçen
"Milletimiz fennî, sınaî ve iktisadî hal ve
ihtiyacımızı takdir eder" ifadesinde
de harap bir memleketi bayındır hale getirmek için
gelecekte gerçekleştirilecek kalkınma hamlelerine
işaret edilmekte idi.
Erzurum Kongresi, memleketin bütününü ilgilendiren bu
tarihî kararlarıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış,
kendisinden sonra gelişecek tüm olayları büyük
ölçüde etkilemişti. Zira, Sivas Kongresi
kararları, Erzurum Kongresi kararlarına
dayandı. Misak-ı Millî'nin esasında Erzurum
Kongresi kararları yer aldı. Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nin toplanış ve açılış
gerekçesi Erzurum Kongresi kararlarına oturtuldu.
Mudanya ve Lozan Antlaşmaları'nın
bağımsızlığı savunan ruhu;
ilhamını Erzurum Kongresi kararlarından
aldı. Cumhuriyet rejiminin ruhu, irade-i milliyeyi hâkim
kılmak esasında toplandı. Ve nihayet "Milletimiz
insanî ve asrî gayeleri tebcil eder." cümlesiyle
Atatürk inkılâplarının ilk
kıvılcımları Erzurum Kongresi'nde
parıldadı.
Sonuçları bakımından bu derece önem
taşıyan Erzurum Kongresi için Mustafa Kemal
Paşa, kapanış konuşmasında "Tarih,
bu Kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser
olarak kaydedecektir." ifadesini kullandı.
Erzurum Kongresi, 7 Ağustos 1919 günü -kendisi
adına bütün yetkileri kullanacak- 9 kişilik bir
Heyet-i Temsiliye seçerek çalışmalarına son
verdi. Şimdi Heyet-i Temsiliye'yi ve Onun
Başkanı'nı büyük bir görev bekliyordu.
Erzurum Kongresi'nde parlayan kıvılcımı
söndürmemek, Sivas'ta onu meş'ale haline getirerek
millî kurtuluşa daha emin adımlarla yürümek
gerekiyordu. Bu sebepledir ki, Mustafa Kemal Paşa,
doğu illerinin mukadderatı için toplanan Erzurum
Kongresi'ni -gayesini daha da genişleterek- bu amaca yöneltmek
istedi. Bu sebepledir ki, Erzurum Kongresi'ni Sivas
Kongresi'ne bağlayarak Millî Mücadele'ye memleket yüzeyinde
genişlik kazandırdı.
Sivas Kongresi günlerinde de memleketin içinde
bulunduğu ağır mütareke şartları bütün
acılığı ile devam ediyordu. Mondros Mütarekesi'nin
milletimiz aleyhine haksız ve insafsız bir
şekilde uygulanması, İzmir'e çıkmış
olan Yunanlıların İtilâf devletlerinden
aldığı cüretle Anadolu'nun içine doğru
ilerlemesi, çeşitli şehirlerimizin işgali
Sivas Kongresi günlerinde de birbirini izledi.
İşte böyle bir hava içinde Mustafa Kemal
Paşa, bir kısım Heyet-i Temsiliye üyeleriyle
beraber Sivas Kongresi'ne iştirak etmek üzere 2 Eylül
1919'da Erzurum'dan Sivas'a geldi. Sivas, Millî Mücadele
liderini emsalsiz sevgi gösterileri ve coşkun bir
sevinçle karşıladı.
Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919 günü o zamanlar "Mekteb-i
Sultanî" olarak kullanılan bir binanın
salonunda, 38 delegenin iştiraki ile toplandı.
Kongre, 8 gün devam etti ve 11 Eylül 1919'da Heyet-i
Temsiliye seçimini takiben bir beyanname yayımlayarak
çalışmalarına son verdi. İlk oturumda
yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa, başkan
seçildi.
Erzurum Kongresi'ni takiben bütün memleketi temsil eden
böylesine önemli bir Kongre'nin özellikle Sivas'ta
toplanışı, şehrin stratejik durumu ile
ilgili idi. Anadolu'nun ortasında yer alan bu
şehrimiz -mütareke şartları gereğince
İtilâf Devletleri'ni temsilen bazı subaylar
bulunmasına rağmen- işgal altında
değildi. Ulaşım bakımından Anadolu
yollarının birleştiği bir kavşak
durumunda idi. Ogünkü imkânların elverdiği ölçüde
çeşitli Anadolu şehirlerine şu veya bu
şekilde bağlanabiliyordu. Her ne kadar
Fransızlar Adana üzerinden, İngilizler Samsun'dan
şehri işgal tehdidinde bulunuyorlarsa da Mustafa
Kemal Paşa, böyle bir işgalin düşmana çok
pahalıya mal olacağını hesaplıyordu.
Bütün bu avantajları yanında Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Sivas Şubesi, şehirde oldukça iyi
teşkilâtlanmıştı.
İşte bu şartların
oluşturduğu hava içinde gerçekleşen Sivas
Kongresi doğrudan doğruya Mustafa Kemal'in çağrısı
üzerine toplanmış, bir millî kongredir.
Kongre'nin 38 üyesinden 31'ini Batı ve Orta Anadolu
illerinden gelen üyeler, 7'sini ise Doğu Anadolu
illerini temsilen Erzurum Kongresi'nce seçilen Heyet-i
Temsiliye oluşturmuştu. Böylece Batı ve Orta
Anadolu illerinden seçilen delegelerle Doğu illerini
temsilen gelen Heyet-i Temsiliye, Sivas Kongresi'ne memleket
çapında bir genişlik ve bütünlük
kazandırdı.
|