Milliyet Sanat Dergisi

Sayın Kaya ÖZSEZGİN

SERGİLER

Zeynep San’ın Galeri Selvin’deki “İstanbul Sevgisi” adlı sergi ise, İstanbul doğasına herhangi bir model eşliğinde değil, gönül penceresinden ve kişisel hünerinden güç alarak bakan “gerçek” bir safyürek (naif) sanatçıyı, daha yakından tanımamıza olanak verdi. Zeynep San, daha dha önce İstanbul’da, entelektüel sanatçı atölyelerinde sanat eğitimi yanlışlığına takılmış olmasın karşın, o atölyelerin etkileyici atmosferinden uzak kalmayı ve doğrudan doğruya kendi görsel birikimine göre çalışmanın, gerçek bir naif sanatçı için ihmal edilmemesi gereken bir ilke olduğu gerçeğini kavramayı başarmış. Resimlerinden taşan mutluluk ve insan sevgisini, İstanbul sevgisine dönüştürmekte, bu kavrayışın önemli bir payı olduğu kuşku götürmez.

FAHİR AKSOY, ZEYNEP SAN’I NASIL KEŞFETTİ?

HAMİT KINAYTÜRK

Sıcak bir yaz günü... 17 Temmuz 1992 Cuma... Akademi Lokali’ndeki öğle yemeğine Fahir Aksoy da geldi... Fahir Bey, her ne kadar ressam ise de, o bizden çok daha eski bir Babıali mensubudur. Ben ona hep “Fahir Ağabey” diye seslenirim. Biraz atıştırıp sohbet ettikten sonra, daha doğrusu o gün öğleden sonra ne yapacağımı sordu. Ben de karşıya geçip birkaç özel atölyeye uğrayacağımı söyledim. “Ben de seninle geleyim” dedi. “Tabi” dedim ve gerçekten de memnun oldum.

Saatler 14:30’u gösterirken püfür püfür Boğaz havasını soluya soluya Avrupa’dan Asya’ya geçtik... İlk durağımız Caddebostan’daki Mahir Güven’in atölyesi idi. Adı “Pentür Grubu”... Tam on sekiz sanatçı çalışıyor. Bir bey ve on yedi hanım, hepsi şövalelerinin başında harıl harıl resim yapıyorlar... Fahir Ağabey ve Mahir Güven, çalışanların resimlerini tek tek inceleyip görüşlerini belirtiyorlar.

Çay ve kahve ikramlarından sonra soluğu yine Caddebostan’daki Kezban Arca Batıbeki’nin atölyesinde alıyoruz. Kezban’ın babası ünlü yönetmen Atıf Yılmaz, Fahir Aksoy’un eski bir dostu... Fahir Bey, Kezban’ın çocukluğunu biliyor.

Büyük ve bol ışıklı atölyede –yaz nedeniyle- bazı öğrenciler tatilde... Şimdi çalışanlar da Kezban’la birlikte Ağustos’ta tatile çıkacaklar.

Kezban, Esbank Resim Yarışması’nda kazandığı “Birincilik ödülü” ile oldukça mutlu, Ağustos’ta ise babasının yöneteceği “Düş Gezginleri” filminin sanat yönetmenliğini üstlenmiş,ancak yine de atölyesini ihmal etmiyor ve öğrencileri ile beraber... Fahir Aksoy, öğrencilerin işlerine bakarken gözü bir anda yerde peş peşe sırlanmış dört küçük resime takılıyor. Resimleri yapan kişi ise, sanki şövalenin arkasına gizlenmiş ha bire fırça sallıyor... Fahir Aksoy, Kezban’a bu resimlerin sahibini soruyor ve sarışın bir genç hanımefendi ayağa kalkarak “Onlar benim efendim” diyor. Bu Zeynep San’dan başkası değildir.

Fahir Aksoy, gerçekten şaşkınlığını ve hayretini gizleyememenin heyecanı ile yeni bir “naif” keşfetmenin inanılmaz keyfini yaşıyor ve hemen Zeynep San’a dönerek ekliyor:

Zeynep San, Kezban ve diğer hanım öğrenciler şaşırıyorlar... Ancak Fahir Ağabey, aradığı gerçek bir “naif” sanatçıyı bulmanın coşkusu ile diyaloğu bir anda genişletiyor.

Kart alıp vermeler, telefon randevuları birbirini izlerken Kezban da, ben de hem sevincimizi, hem de şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz.

Çay ve kahvelerimizi burada da içtikten sonra tekrar arabamıza dönüp bu defa Asya’dan Avrupa’ya geçerken Fahir Ağabey, yeni bir sanatçıyı keşfetmenin gururu ile bana da teşekkür ediyor. Bana sorarsanız, ben tesadüflere çok inanırım... Düşünün bir kere, Fahir Bey o gün Akademi’ye bana gelecek, o gün benim karşıya geçip atölyeleri dolaştığım gün olacak (15-20 günde bir giderim bu atölyelere) o arada Kezban’ın atölye gününe denk gelecek (Salı-Cuma) ve sonra Zeynep San da o sıcak günde orada bulunacak.

Ancak asıl teşekkürü sanırım Kezban hak etmiştir. Çünkü o, pırıl pırıl kişiliğiyle cana yakınlığı ile engin bilgisi ve yeteneği ile sanat ortamımıza “yetenekli bir naif ressam” kazandırmıştır. Zeynep San da bu durumun hakkını vermiş, o da kendini bilinçli bir biçimde geliştirmiştir... Ve her zamanki ciddiyeti ile Moda’daki atölyesinde çalışmaktadır. Resimleri adeta kapışılan Zeynep San’ın hikayesi işte böyle... Dedim ya “Tesadüflere çok inanırım” diye... İşte bu da onlardan biri...

ZEYNEP SAN’IN NAİF RESSAMLAR ARASINDAKİ YERİ

Kezban Arca Batıbeki

1991 yılından bu yana ağırlıklı olarak atölyemde resim çalışan Zeynep San, nasıl profesyonel ev hanımlığından profesyonel ressamlığa geçiş yaptı?.. Süratiyle beni bile şaşırtan bu bilinçli seçim, bugün değişmez bir olgu olarak karşımızda. Zeynep San, artık ünlü naif ressamların yanında rahtlıkla yer alabilecek düzeyde. Dört yıl, Zeynep San’ın şu anda bulunduğu ve yakında geleceğini umduğum yere ulaşabilmesi için çok kısa bir süre. Ama o, özellikle son iki yılda naif resim adına yaptığı seçimle, bu süreci neredeyse kendi adına iki kat hızlandırdı.

Resim yaşamının hemen hemen başlarında atölyemde aldığı perspektif, ışık-gölge gibi tmel eğitim gerekli unsurlarını; çekinmeden, deforme etmeden rahatlıkla resimlerinde kullandı. Bu tavrıyla, diğer naif ressamlar arasında, belirli bir yeri olacağı kanısındayım.

Akademik eğitim görmüş pek çok naif ressam gibi Zeynep San’ın da, aldığı eğitimin altında ezilmeden, yer yer esnek bir tuşeyle zenginleştirdiği, İstanbul sokaklarının geçmişte kalmış o zarif kıvrımlarını, her türlü çirkinlikten arındırdığı o güzelim Boğaz’ı resmettiği tuvalleriyle çok kısa sürede en iyi naif ressamlar arasında yer alacağına kesin gözüyle bakılabilir.

(Sanat Çevresi, Sayı: 187. Mayıs 1994).

ZEYNEP SAN’IN ANIMSATTIKLARI

FAHİR AKSOY

Tüm sanat dallarının yüzlerce yıl önceden günümüze değin geçirdiği evrelere göz gezdirdiğimizde, ne klasikte, ne modern yada postmodern’de, ne ilkel de, ne elit olanda, ne soyuttai ne somutta, ne özde, ne biçimde, ne fiziksel yada metafizik anlayışta beliren yapıtlar onsuza dek varlığını sürdürebilmiş yada sürdürebilir... Diyalektik kanunların etkisinde çelişkiler ve zıtlıklarla dolup taşan sürekli bir değişim ve oluşum sürecinde, sanat, kendi yaşamını ayakta tutmaya çabalamış durmuştur.

Çünkü sanat denen kişinin kafasında, düşler, imgeler, duyular, duygular, düşünceler, görgüler, deneyler, kültürler gibi daha birçok unsurdan oluşan sentezlerin yarattığı güzelle sarmaş dolaş olan “gerçeğin” (ki bu gerçek onun öznel ‘sübjektif’ içtepisel gerçeğidir) belli biçimlerle, özlerle, ister dışa açık, ister içe dönük gizemli bir anlatım içersin, ister durağan, ister devingen (dinamik), ister ar-grafik biçimde, ister öykücü ya da betimleyici, ister idealist, ister Marksist anlayışı dile getirmiş olsun, önünde sonunda, insanların sezi tellerine, daha romantik bir deyimle gönüllerine takılarak onlara sevinci ya da hüzünlü ya da coşkulu, düşündürücü, duygulandırıcı ya da tiksindirici ama derinden derine sarsıcı etki gücü ve değeri, yapıtın içerdiği temel unsurun yani estetiğin canı demek olan “İÇTENLİĞİN” damarlarda milyonlarca hücrelere akıp giden kan gibi tüm gövdeyi sarmış olur olmamasında yatar... Teknikler, ustalıklar, el hünerleri sonra gelir...

Eğer yukarıda sözünü ettiğim konuda somut bir örnek isterseniz, bu yazının yazılmasına neden olan Zeynep San’ın resimleri gösterilebilir;şimdi biraz da onun resimleri üzerinde duralım:

Zeynep’in, önce bir kaşif gibi gezip dolaştığı yörelerde, etkisinde kaldığı görüntüleri (ki bunların çoğu tarihsel mekanlar içerir.) kendi iç dünyasında hal-hamur ederek, sanatsal duyarlılığının o anlatımsal sihirli süzgeçlerinden geçirdikten sonra ortaya koyduğu yapıtlar, naif bir resim dilinin bütün unsurlarını ve tadlarını taşırlar; otantik bir yapıt haline dönüşürler.

Zeynep San, yitirilmemiş çocuksu duyarlılığının ve içtenliğinin doğrultusunda, güneşli bir ülkenin ortalığa serpiştirdiği has renklerin şiirsel ve müzikal atmosferinde yarattığı o tadına doyulmaz resimlerinin yaşamına bir de su katılmamış “işlevsellik” eklenince ölümsüz ve de tarihsel bir boyut kazanıyorlar.

Bir yapıtın hem estetikten, hem de (belgesellik niteliği nedeniyle) işlevsellikten ödün vermeden gerçekleştirilmesi öyle her babayiğidin karı değildir. Zeynep’in azminin, istencinin ve de yaratıcı imge gücünün, çalışkan ve yılgınlık nedir bilmez ve kılı kırk yaran mizacının doğrultusunda verdiği savaşımda, iyimserliği hiç yitirmeden zirveye yöneldiğinde, önüne çıkan dikenler, hendekler, uçurumlar onun için cesaretini pekiştiren unsurlar olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Gerçi bunlar nispeten orta yükseklikte tepeler ama ilerde adına “özgünlük” denen o müthiş daha tırmanırken ( ya da tıpkı kaptan olan eşiyle 20 yıl dolaştığı okyanuslarda dalgalarla savaşırken) aynı yürekliliği ve performansı gösterebilecek mi sorusunu sormaya dilim pek varmıyor... Çünkü insanların yaptıkları, yapacaklarının aynasıdır...

Resimde olgunluk çağına girişin ve onu sürdürmenin coşkusunu yaşayan Zeynep’in yolu açık ola!

 

BİR NAİF RESSAM: ZEYNEP SAN

ÖZKAN EROĞLU

Naif resim sanatı, ülkemizde farklı konumlara her an uzanabilen ve bu resim türüne girişimde bulunacak kişilerin, kendini bir naif hissederek yola çıkması şeklinde belirginleşebilecektir ancak. Bu durumda naif olmanın, Akademik olmamakla daha iyi bir örtüştüğünü söyleyebiliriz. Kanımca akademik eğitim almış her birey, saf duygulara ihtiyaç duyan naif özelliklerini yitirecektir. Kısaca akademik olup da beraberin de naif olmak, imkansız gibidir. O zaman bu bağlamda Zeynep San, naif olmayı hakkeden naif bir sanatçı kişiliğe daha baştan uygundur. Akla şu da gelebilir; naif olabilmenin önemli şartlarından biri, sanatçı olan bireyin sosyolojik, değeri ise; psikolojik yönlerle olan bağlantılarıdır. Naif olabilmek için, yaşamın da ona göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğaldır ki, naif ressamlar da bir sanat eğitiminden sınırlı kapsamda da olsa geçmek zorundadırlar. Renklerinin karıştırılması, valör ve armoni özelliklerinin tam olarak anlaşılması için söz konusu eğitim gereklidir.

Zeynep San’ın resim dünyasını tanıyınca, insan bir naifin nasıl olması gerektiğinin farkına da varabiliyor. Sanatçı son çalışmalarında insanlı ve insansız gözleme dayanan manzaraları resmetmekte. Gördüğümüz kadarıyla sanatçının kişiliği; olağanca gücüyle sevgi dolu bir yapıya da işaret etmektedir. Küçücük, şirin bir atölyede çalışan sanatçı, resimlerini plastik bir sevecenlik yansıtımı ile ortaya koyuyor. Genellikle naif ressamlarda olduğu üzere resim yüzeylerini, kalabalık tutma özelliği Zeynep San resimleri için de geçerli gözükmektedir. Fakat sanatçı yığmacı yığmacı perspektif anlayışından uzak durarak, yerine klasik perspektif anlayışını değerlendirmeye alıyor ve böylesi bir tavırla, naifler içinde belli bir platforma da kendisini yerleştirmiş oluyor.

Kanımca Zeynep San’ın en önemli özelliği, resimlerindeki arka planlarla ön planlar arasındaki ayarlamaları; olumlu özümseme ile değerlendirmesidir. Bu değerlendirmeleri kendince geliştirdiği çizgi ve göle faktörlerini, yıkayan ışık, sanatçı tarafından tercih edilmiş, değişmez bir ışıktır. Böylesi bir ışık kapsamında bile çizgi ve gölgeler, sanatçının kendi kontrolü ve dahası paleti dahilindeki renklerin, teknik itibariyle kullanılma biçemi doğrultusunda belirlenmektedir. Resimlerinde daha puantalist davrandığı yerlerinde gölgeselliği yakalamakta, sözü edilenin dışında ise çigiselliğe ulaşmaktadır.

Sanatçının resimlerinde, bir faktör olarak düşünülecek başka bir yan ise; insan olgusunun ön plana getirildiği ya da getirilmediği kompozisyonlardır. Bir subje yetisi biçiminde öne getirilen insan çizme ve boyamaları sanatçının resimlerini oldukça hareketlendiriyor. Hatta kimi kompozisyonlarında izleyici göz, insan anatomilerinin büyümesini bile istiyor. Kompozisyonlarından kullanılan dolu ve boş alanların karşılıklı duruşları da resimlerim alımlama gücünü oldukça etkiliyor diyebiliriz. Plastik ve yerli yerinde kalabalık tanımlamalar da doğrusu naif bir sanatçıya yakışıyor. Tutarlı kalabalıklaştırmalar özellikle insan-subje yığmalarıyla gerçekleştirilince; klasik perpektifi tercih eden Zeynep San için pozitif bir değer olarak belirginlik kazanıyor. Sanatçı da dikkati çeken yumuşak bir arkaik tutum da bulunmakta. Bu özellik onun resimlerine çocuksu bir hava da katıyor. Renk tercihleri daha dünyasal olduğundan, bu özellik Zeynep San’ı diğer bazı naif sanatçılardan bir an alıp kopartıyor ve onun yerini Tür Naif Resim Sanatı içinde belirginleştiriyor.

Sanatçının detaycı ve genelci davrandığı resim yüzeyi parçalarının emek faktörüne de hayli değişime yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada meydana gelen yoğunluk ve seyreklik tanımlamaları da resimlerinde izleyici gözü belli bir konstrüksiyona ulaştırmada başarılı oluyor. Söz konusu durumları sağalama da, sanatçı özellikle son resimlerinde yüzeyleri itibariyle, röliyef tanımlamalara başvuruyor. Bunlardan biri, kullanılan boya tarafında bir nesnenin tanımını yükseltmek için, boyayı kalın kullanma yaklaşımlarına yönelmek gibi bir durumu da beraberinde getiriyor. Böylece resimlerinde, birden fazla atmosfer denemeleri gündeme gelmiştir. Bunlar üst üste konumlar çerçevesinde resimde farklı estetik tabakalaşmaların meydana gelmesine de neden oluyor. Aslında bu oluş Zeynep San naifliğine de direkt etkide bulunarak, genel kompozisyon şemalarının daha değer kazanması şeklinde sonuçlanıyor. Bütün bunlar göstermektedir ki, naif ressamın da plastik bir felsefesi vardır. Böyle bir felsefeye Zeynep San’ın insanı seven, kişilikli yapısıyla ulaştığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Çünkü sanatçı kendi değişiyle de, dünyayı hep huzurlu, mutlu, sevecen, kişilik ve savaşlardan uzak ve doğası temiz olarak düşlemektedir.

Kanımca, naif resim ve bu resim biçeminin günümüz Türk resmi açısından önemli bir temsilcisidir, Zeynep San.