ALEVİLİK’TE TANRI VE İNSAN

                                                       Y. Güneş  

Alevilik felsefesinde  insan  tanrıdan önemlidir. Ancak düşünen insanda tanrı, bu  evrende kendi bilincine varır, kendini tanır.  
Alevil
ik; dinsel /inançsal - düşünsel - siysal bir "Halk Öğretisi"dir.

Alevilik,  zaman zaman dinsel-siyasal, zaman zaman da dinsel-düşünsel yanını öne çıkararak varlığını sürdürmüştür.  
Alevilik; her ne yönü/şekli ile öne çıkarsa çıksın kendisini bilimsel kılan özünü, var olma koşulu olarak sürekli yaşattı.  

Alevilik;  idealizm temeli üzerinde biçimlenişine karşı, meteryalizm zemininde de doğa/toplum yasalarını, insan düşünce ve davranışlarını, tanrıyı yer yüzüne indirerek  insan olarak (ete-kemiğe büründürerek) dönüşümünü sağlayan yaklaşımı ile, şeriat kapısından ileriye geçmeyen Sünni islamın anlayamayacağı bir şekilde, ibadet olarak algıladığı düşünce  üzerinde yoğunlaşarak, GÖNÜL BİRLİGİ  üretimi ile genelde Sunni islam inancı, özelde in­sanı kendi prangalarından (zincirlerinden) kurtardı. İdealizmi, meteryalizme uyarlıyarak çağı yakalamayı ve insanı kurtarmanın sırrına erdi. O tüm baskılarına rağmen, Sunni- Ortodoks bilincin-aklının ulaşamayacağı batin-i bilinç ile örtülmüş, sezgisel akıl dünyasına çekilerek Sunni İslam yaşamının  yasakladığı, tecrit ettiği ve hatta men ettiği meteryalist düşüncelerini sürekli besliye­rek kendi içinde, kendine özgünlüğünü koruyarak kitleselleşmenin olanaklarını yaratmaya çaba gösterdi.
"Tanrı, zamanın var edilmesinden  önce ademde bir gizli hazine idi. Sonu olmayan bir ademin içinde kendisine  bakacak bir göze, vecde gelecek bir gönül istedi Bu güzelliğin görülmeye olan eğilimi sonucu tanrı evrende tecelli etti."

Ozan Hüdayi şöyle der:  

Gönül sende, sevgi sende, yar sende  
Sen de ara, sen de seni bul gardaş  
Mürşid  sen de, Rehber sen de, Pir sende  
Sende ara, sende seni bu gardaş  
 

Şehir sende, yayla sende, köy sende  
Nehir sende, derya sende, çay sende  
Yıldız sende, güneş sende, ay sende  
Sende ara, sende seni bul gardaş

İsa sende, Musa sende, Tur sende  
Çözülmeyen gizli gizli sır sende  

Hakkın büyük hazinesi var sende  
Sende ara, sende seni bul gardaş

 

Der Hüdai, akıl, ilim, fen sende  
Dünya sende, ahret sende, han sende  
Allah sende, Kur’an sende, din sende  
Sende ara, sende seni bul gardaş

Alevi felsefesinde soyut gerçekten çıkıp, yeniden ona dönme inancı görüntüsü altında, somut gerçeğin "zorunluluk" ve "gereklilik" çizgisindeki bilimsel gelişimi yüceltir. İnancın temelinde tanrıdan taşan özü, tanrının ilk belirleme aşamasından, nesnel varlıklar alemine inerken çizdiği düşünülen, alçalan eğri ile çıktığı kaynağa yükselirken, çizdiği düşünülen yükselen eğrilerinden oluşan bir  var oluş çemberi vardır. Bu insana göre; çemberin ilk yarısını oluşturan kutsal köken, duyularla algılanabilir, bilgiyle ulaşılabilir nesneler dünyasına inen varlığın çizdiği var sayılan yarım dairedir.

Batin-i felsefesinde ise; tanrıdan yayılan özün, dönüşümler geçirerek, kaynağına yabancılaşarak görünür varlıklar durumuna gelişidir.  Bu soyut varlıklar ve bunlarn arasındaki ilişkiler geçici görünür. Gerçek olarak algılanan nesnel dünyaya göre ebedi olur. Bu inanca göre tanrı, zamanın var edilmesinden önce  Adem de bir gizli  bir hazine idi. Sonu olmayan bir ademin içinde kendine bakacak bir göz ve vecde gelecek bir gönül istedi. Bu güzelliğin görülmeye olan eğilimi sonucu tanrı, evrende tecelli etti. Tanrının varlığı bir dizi soyut dönüşümler geçirerek,tanrısal özden biraz daha uzaklaşarak saf cevhere kadar indi.  

"Tanrı, genelde insan, özelde Kamil İnsan aracılığı ile geçici görünür gerçekler dünyasını, varlıkların ve olguların maddi özellelikler gösteren  nesnel bilimsel dünyayı  tanıma/bilme olanağını bulur."  

Kutsal Kökten en uzak noktada beliren saf cevher (madde) aynı zamanda idealizmden, meteryalizme giden (kırılan) tanrının bilgisi ve yönlendirmesi dışında kendi yasaları ve kuralları içinde gelişen dönüşümlerle kendisi ile adım adım yabancılaşarak uzaklaşan bir sürecin de başlangıcı oldu.

Saf cevherden önce , cansız varlıklar, ardında bitkiler, daha sonra hayvanlar ve insanlar oluştu. Bu gelişim/dönüşüm sonucu aslına dönmek isteyen insan, nesnel varlıklar aleminde kutsal kökene yükselme çabası içine girdi. Bir yandan bu özü içinde taşıyarak bir önceki aşamadan bir sonraki aşamaya geçen nesnel süreci yaşarken, diğer yandan batında tanrısal özle dolarak onunla bir oldu. Yaratılan  ile yaratan bütünleşti. “Ben o, O ben oldum” Bu geçici görünür gerçekliğin ilksiz-sonsuz olarak algılanan soyut gerçekliliğe değin geçen süreçte, meteryalist bir zemin üzerinde yürür.  

Tanrı, genelde insan, özelde de Kamil İnsan aracılığı ile geçici görünür gerçekler dünyasını (bu dünya) yani, varlıkların ve olguların maddi özellikler gösteren öğelerden oluştuğu, nesnel bilimsel dünyayı tanıma/bilme olanağını bulur. İnsan soyu, kendini bu nesnel süreç ve meteryalist açılımlar sayesinde,Ortodoks dinlerinin ablukasında kurtarıp, bilim dünyasına girer. 

Ulu ozan Nesimi şöyle der:  

Vahdettin şehrinde seyran eylerim  
Ben seni cisminde hayran eylerim  
Gencimi ademde pönhan eylerim  
Ademi hem Hak, hem insan eylerim.  

İdealizm ve meteryalizm bileşimi bir inanç olan  Alevilik’te .İmam Ali, inanç temelinde insana ve insanca olana inanmanın, insanların vekili olarak, namaz kılma, oruç tutma, sofuca yaşama gibi insanın yerine getirme zorunda olduğu (otodoks dinlerce) zorunluluklardan /yüklerden kurtarmanýn simgesi olmuþtur. Düþünce temelinde ise, Kamil Ýnsan düşüncesini gizleyen bir ŞİFRE'dir. Şeriatı kaldırmanın, baskıcı sünni islam davranış biçimlerinden kurtulmanın teorik temelidir. Sürekli bilğilenme süreci olarak algılanan KUTUP ÖĞRETİSİ Kamil insan öğretisinin yüceltilmişidir.

Pir Sultan Abdal kendisini tanrısal Ali ile özdeşleştiren  bir deyişinde:

Pir Sultanım þu dünyaya  
Dolu geldim, dolu giderim  
Bilmiyenler bilsin beni  
Ben Ali’yim Ali benim 
 

Alevilik felsefesine uygun olarak “ Okunacak en büyük ve en kutsal kitabın insan olduğunun bilincindedir.”  

Aşığım elimde sazım  
Hiç kimseye değil sözüm  
Zannetme ki kitapsızım  
Canlı Kuran özüm benim

İyice inceledik biz o Kur’anı  
Biz “canlı kitap”ta okuduk onu  
Arif ol da evvel kendini tanı  
Yoksa aklın ermez lisanımıza


KONUŞAN TANRI "İNSAN"  
 

"Tanrı, bilmezliğini gidermek, gerekli bilgileri edinmek için, içinde  tanrısal özü taşıyan insana  ihtiyaç duydu."

Bilindiği gibi, Sünni islam gaybi bir tanrı anlayışını dayatır ve ona şirk koşmak, yani ortaklık iddiasında bulunmak öldürmeyi gerektirir. Oysa Alevilik te “tanrı” insanın ta kendisi, bir bütün olarak da evrenin tümüdür. Alevi Ozan Muhiddin Abdal’ın şu sözleri bütüncül tanrı anlayışını yansıtmaktadır.  

Muhiddin’em dervişem

Hak yoluna girmişem

On sekiz bin alemi

Bir zerre de görmüşem.

 

Alevilikte, Tanrı - Doğa- İnsan ilişkisi: Tanrıdan çıkıp (kutsal kök), yeniden tanrıya (kutsal köke) dönen çevrim olarak algılanan SUDUR ÖĞRETİSİ kapsamında açıklanır.

 

Sudur (oluşum, türem); Tanrının kendi özünden taşan ışığın/nurun dönüşümler geçirerek, kendi kendisi ile yabancılaşarak evrende gözle görülebilir biçimler aldığını savunan teoridir/ öğretidir.

Tanrı, madde ve eşyanın, hareketin hareket soyutlaması olarak zamanın var olmasından önceki hiçlik (mutlak yokluk) durumunda kendi kendisinin tanrısı iken, insanlar için düşünülmesi güç olan bir öze sahipti. Mutlak yoklukta iken hiçliği tartışmak anlamsız olduğundan bu aşamada "tanrı" varlığından söz etmek, sudur öğretisi açısından üretici değildir. Çünkü  bu konumda tanrı kendisinin bilincinde, kendi içindeki sonsuz olanakların, yeteneklerin, güçlerin ayırımında değildir. Çevrimin, hareket ettirici ilkesi olan güzelliğin görülmeye eğilimi sonucu, tanrı sonu olmayan bir yokluğun/ hiçliğin içinde kendisine bakacak bir göze ve vecde gelecek bir gönüle ihtiyacı duydu. İşte "Sudur" bu gereklikle başladı. Bu gerekliliğin belirmesi ise, mutlak yokluk/hiçlik, mümkün olur, bir yokluk/hiçlik durumuna geldi. Bu aşama ile tanrı kendi kendisi ile yabancılaşarak kendi bilincinne ilk kez vardı. Evrenin ve bütün ruhsal, maddensel şeylerin yaratılması için gerekli kaynağı kendi içinde taşıdığının ayırıdına ulaştı, kişilik kazandı. Önceleri tanrı iken şimdi, HAK, HAKİKAT, GERÇEK, SEVGİ ve AŞK oldu.  

Bu aşamadan sonra Sudur kademesinin ilki olan Hak’tan tanrının ilk belirleme  aşaması olarak algılanan,"Her şeyin onun aracılığı ile yaratıldığını  kabül edilen ilk akıl yaratıldı. Böylece çevrimin kutsal kökünden duyularla algılanabilir, bilgiyle ulaşabilir, dünyaya inen, alçalan eğrisinin hareketi başlamış oldu. Ardından da sırasıyla her adımda tanrıdan uzaklaşacak biçimde;  ilk akıl'a verilen bilgilerin belirme aşaması olarak algılanan akıldan kaynaklanan, dokuz ruh yaratıldığı. Bu dokuz ruh/akıl sırası ile; meleklerin, peygamberlerin, ermişlerin, inanmayanların, cinlerin/şeytan, hayvanların, bitkilerin ve doğal elementlerin (cevher) aklı ve bundan kaynaklanan dokuz ruh'tur .

"İnsan kendi kendisinin tanrısı, yaratıcısı, şekillendiricisi olarak son derece cesur, kural yıkıcı, sürekli kendisini yenileyen, bedenini ve yaşamını her türlü baskıya karşı koruyan, zorbalığa baş kaldıran, mücadeleci, savaşçı ve bir isyancıdır.”  

Tanrı, Hak olup, potensiyel kazandıktan sonra dönüşümler yaparak kendisi ile daha da yabancılaşarak aşama aşama doğru yol alıp, cevhere kadar indi. Böylece inançta var oluş çemberi   olarak algılanan çevrimin kutsal kökenden çıkıp, görünür evrene doğru inen/ alçalan  eğrisinin hareketini tamamladı. Kendisini doğal elementte (cevher) taşımakla bir bakıma varlığını yadsımış olur. Benliğini kendi içinde taşıyan bir önceki durakta/ basamakta bir sonraki durağa/aşamaya geçen nesnel süreci yönlendirmek şöyle dursun, onun nasıl olduğunu dahi bilmemektedir. Yani tanrı dünyayı tanımamaktadır. tanrı, bu bilmezliğini gidermek için, bu bilgileri edinmek için, tanrısal özü taşıyan insana gereksim duyar. Geçici görünür gerçekleri, maddi özellikleri gösteren nesnel süreçten başka bir şey olmayan bu dünyayı genelde insan, özelde Kamil İnsan aracılığı ile bilme, tanıma, öğrenme olanağına kavuşur.

Burada görülüyor ki; insanın tanrıya değil, tanrının insana gereksimi vardır. İnsan; kedi kendisinin tanrısı, yaratıcısı, şekillendiricisi olarak öne çıkar. İnançta ve düşüncede de son derece cesur ve kural yıkıcı olur. Bu nedenle de sürekli kendi kendisini yenileyen, bedenini ve yaşamını baskı altına alan, zorlaştıran hemen hemen her türlü baskıya, zorluğa baş kaldıran bir mücadeleci, bir savaşçı ve bir isyancı olarak bilinir. Böylece kollektif bilincin son halkası olarak şekillenen ve ilksiz/sonsuz olarak algılanan tanrı inancı KONUŞAN TANRI olarak insan kılığında ayakları üzerinde durarak (ete kemiğe bürünerek) doğayı, olayları anlama aracı durumuna dönüşmüştür. Yani tanrı, insan olarak yiyen, içen, konuşan, eğlenen bir varlığa bürünmüştür. Yani kendisinin tanrısı olmuştur. Enel Hak olmuştur.

“Vahde-i Vücut” olarak ta adlandırılan “Evrendeki tüm varlıklar tanrıyla özdeştir”  felsefi düşünceyi büyük ozan Yunus  şiirlerinde derinlikle işler.

Yunus şöyle diyor;  

Kuru idik yaş olduk, ayak idik baş olduk  
Havalandık kuş olduk, uçtuk elhamdüllillah  
Beri gel karışalım, yad isen bileşelim  
Atımız eğerlendi, aştık elhamdüllillah  
Dürüldik bahar olduk, irkildik ırmak olduk  
Aktık denize daldık, taştık elhamdüllillah

Halacı Mansur’da şöyle diyor;  

Daim Ene’l Hak söylersem, Haktan çü Mansur olmuşum
Kimdir, beni berdar eden, bu şehri meşhur olmuşum.

Pir Balım Sultan’da şöyle der:

İstivayı gözler gördüm  
Sebbü’l mesani’dir yüzün  
Ene’l Hakkı söyler sözüm  
Miracımız dar’dır bizim.  

Bu oluşumu red eden ona karşı çıkan Sunni  İslam  inancına rağmen Aleviler de, tanrı -doğa - insan özdeşliği zemininde tanrının ancak KAMİL İNSAN aracılığı ile öğrenebileceği bir nesnel süreci, bir meteryalist açılımı var saymakla kendi kendisi ile yabancılaşmış, kollektif bilincine esir olmaktan kendilerini kurtarmış, bilim dünyasına adımını atmıştır. Alevilik felsefesini bu günlere taşıyan, onu sürekli kılan işte bu meteryalist özdür. İnancın, Kamil İnsanın yaşam görüşüne indirgemesi görüntüsü altında, insan ve toplum bilincine duyulan saygıdır. İnanç ürünü soyut tanrıyı  ete/kemiğe büründürerek somutlaştıran, onu gerektiğinde güldüren, ağlatan, ona yeri geldiğinde zalim davranan, zorluk çıkaran, isyan ettiren cüretidir.  

“Her ne ararsan, kendinde ara” diyen Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli, tanrı- insan ilişkisini şu dizelerle ifade ediyor.

Dervişlik hırkada, tacda değildir  
Hararet nardadır, sacda değildir  
Her ne ararsan, kendinde ara  

Küdüs’te, Mekke’de Hac
’da değildir.
 

Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma  
Gerçek erenlerin sözünden çıkma  
Eğer insan isen, ölmezsin korkma  
Aşığı kurt yemez, uçta değildir.

Şah Hatayı’da şöyle der;

Aşkın şerbetinden içtim hak oldum  
Kudretin donunu güydim pak oldum  
Hem Hakka ulaştım hem Hak da oldum  
Anın için ırad etmem ölümü

Bir başka deyişinde’de kendini Muhammed ve Ali ile özdeşleştirir.

Gahi Nebi, gahi Ali göründüm  
Gahi uslu, gahi deli göründüm  
Gahi Ahmet, gahi Ali göründüm  
Kimse bilmez sırrımı Hallac idim ben.  

Alevi düşüncesinde;  insan bu yolla kendi geçmişini yadsımağına rağmen, kendisine ters düşünce de olan Sunni islam düşüncesi ile bir noktada buluşacak, ya onunla barış içinde bir arada yaşayacak, ya da doğa sınırları içinde kalarak bu günlere taşıdığı insan/toplum düşüncesini, eylemini, özlemini yaşayan, onda yeniden yorumlayarak, halkın gelecek alın yazısını belirliyecek olan sınıf bilincine, onu en az örselemiş olarak teslim edecek ve taşıyıcı olarak içinde yer alacak

Kısacası; özünde Alevilik ile Sünni islam arasındaki fark, tanrı ile kul arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü Alevilikte “ İnsan” Tanrı  ile İlah konumunda; Sünni İslamda ise “kul” düzeyindedir.

Seyyid Nizamoğlu bir deyişinde;  
   
Kah görürüm kendimi nur olmuşum  
Kah görürüm zulmet ile  dolmuşum  
Kah görürüm cümle menen cümle men  
Kah görürüm ne men ne hod sen.

Ozan Meluli’de şöyle diyor;  

Bu dünyanın temelini  
Kurup yoğuran ben idim  
Hiç yokken Adem nesli  
Adem’i doğuran ben idim

Yeşil kandil nuru benim  
Cennetteki huri benim  
Aden ata yari benim  
Şit’i doğuran benim

Geçen peygamber bir, bir  
Hep bende aldı feyz-i- nur  
Musa’ya dahi dağ-ı Tur  
İsa’yı doğuran ben idim  

Tek bir tanrı tanıyoruz  
Ona çok inanıyoruz  
İçimizde arıyoruz  
Biz de biz beraberiz

Bizdedir o büyük varlık  
Sohbet ederiz hep birlik  
Göremezsek bizde körlük  
Kusuru bizde ararız.

Tanrının her sözü bizden  
Dört kitabın özü bizden  
Kuran’daki yazı bizden  
Bilinmez giz esrarımız