Anasayfa
Konuşmalıyız seninle...
Şimdi yaz... Bu mevsimde insan, aslında ne denli mutlu
olabilecekken o denli mutsuz olduğunu anlıyor... Öyle bir mevsim ki, sevinirken
bile insanın içi acıyor. Öyle bir mevsim ki, umuda koşarken bile gecikmişliğini
daha çok hatırlıyor insan. Arzularını arzuladıkça içindeki boşluğun büyüklüğünü
anlıyor... Kendisini hatırladıkça, kendisinin ne denli kaybolduğunu hissediyor...
Nereye gidersen git... Bir akşam üstü bırakıpta gitmeyi
çok iyi bilirim. Hele mevsim yazsa... İnsanlar hiç olmadığı kadar bencil
ve kayıtsızsa... Hele sevdiğin insan ya içinde kayıp, ya da ardında kalmışsa...
Bilirim, bir akşamüstü çekip gitmeyi... Çok iyi bilirim... Ama bu acı,
bu dağılma bana iyi geliyor biliyormusun? Sen benden uzaklaştıkça, ben
senle daha iyi konuşuyorum. Sen gidince içimde daha çok büyüyorsun. Yanımdan,
benden gidince sen bana daha çok yaklaşıyorsun. Sen benden gidince rüyalarımda
daha çok görüyorum seni... Uzun bitmek bilmeyen bir nehirde sürüklenirken
görüyorum seni... Yeni doğmuş gibisin annenden... Küçücük ayakların, çırpınan
ellerin...
Soğuktan ve yanlızlıktan morarmış bedenin... Sürükleniyorsun nehirde.
Yüzüne bakıyorum, yüzün hep aynı. Sana aşık olduğum yüzün... O biricik
yüzün... O ipek saçlarla çevrili yüzün... Ama bazen bebekliğine dönüyor.
Öyle çaresizki. Durmadan ağlıyor. Öyle acı çekiyorki. Sonra tekrra bugünkü
yüzün. Öyle acı çekiyorum ki rüyamda. Durduramıyorum seni. Sürükleniyorsun...
Bedenin çocukluğun, yüzün aşıkımın yüzü. Kurtulmak istiyorsun çocuk bedeninden
kurtulamıyorsun. Yüzünden kurtulmak istiyorsun olmuyor...
Seni nehir boyunca hep takip ediyorum, kan ter içinde.
Bu nehrin bittiği bir yer vardır elbet diye düşünüyorum.
Ama nehir bir türlü bitmiyor, sen sürükleniyorsun... O sırada koyunlarını
otlatan bir çoban kız çıktı karşıma... Bana el sallıyor, yanına gidiyorum,
avuçlarında sakladığı bir şeyi gösteriyor bana...
Ne var orada diye soruyorum çoban kıza... Avuçlarını birden açıyor...
Bir kuş... Başı bedeninden ayrılmış... Peşinden koşma onun, bak işte burada
o, diyor çoban kız.
Çığlık atarak uyanıyorum rüyamdan... Uyanır uyanmaz
yanımda seni arıyorum... Yoksun. İlk kez bir boşluğa sarılmak bu denli
acı veriyor. Yanımdaki boşluğa delice sarılıyorum sen diye. Bomboş bir
yatak.
Sadece o hüzünlü, kırılgan hala aklımdaki o kokun... Başı bedeninden ayrılmış
kuşun görüntüsü geliyor aklıma. Sen geliyorsun. Uzun zamandır ilk kez
tutamıyorum kendimi ve kesik kesik ağlamaya başlıyorum.
Neden sonra yatağımın kenarındaki cep telefonuma bakıyorum... Bir mesaj
gelmiş. Bakıyorum, senden. Herşeyi yeniden konuşalım diye yazmışsın.
Herşeyi konuşmak? Bunu ikimizde çok istedik. Ama hep
son anda ikimizde bundan vazgeçtik. Eğer konuşursak birbirimizi sonsuza
kadar kaybedeceğimizi düşündük. Eğer konuşursak bir daha birbirimizin
suratına bakamayacağımızı düşündük. Eğer konuşursak o güne kadar yaşananların
hiç bir anlamı kalmayacağını düşündük.
Bu yüzden konuşmayı hep erteledik. Hep erteledik o karanlık günleri, ailene
ve bana söylediğin yalanları...
Ve sonra bu yalanlar söylenmemiş yaşanmamış gibi davrandık birbirimize...
Ve ne zaman konuşmak istesek içimizden gelen bir ses hep susturdu bizleri.
Sustuk ve o yalanları ruhumuzun en gizli, en puslu yerlerine gizledik.
Ve ne zaman o yalanların yüzümüze vurulsa hep bilmezden geldik, söylenmemiş
gibi davrandık.
Birbirimizi yitirmekten korktuk... Yanlız kalmaktan korktuk. Birbirimize
olan alışkanlığımız vardı. O alışkanlığımızı kaybetmekten korktuk. Ve
ne zaman birbirimize olan aşkımızı itiraf etmeye kalksak aklımıza zamanında
söylediğin yalanlar geldi. Ne zaman birbirimize özlemle sarılmaya kalksak
aramıza bu yalanlar ve alınan beddualar girdi.
Birbirimize duyduğumuz sevgiyi, o koşulsuz aşkı, o eşsiz ve sınırsızca
sevişmelerimizi o durmadan çoğalan boşlukla ve baskılarla yarıştırmaya
çalıştık.
Sandık ki aşkımız bu yalanları ve yaşanan her kötü
şeyi bize unutturur.. Unutturamadı secgili.... İstedik ama unutturamadı.
Yalanlarının sonumuzu getirdiği günler yaklaştıkça paniğe kapıldık. Konuşmaktan
kaçtıkça hep dışarıya çevirdik yüzümüzü.
Artık kendimize değil, bizi bilmeyenlere anlatıyorduk
aşkımızı... Sevgimizi...
BAK BU BANA İYİ GELDİ. ARTIK SABAHLARI O CİNNET HİSSİNE, NASIL DESEM,
SABAHLARI ANSIZIN GELEN O ÖLME İSTEĞİNE BU ANLATIMLAR İYİ GELDİ...
Herşey iyi gibiyken, aslında ortada hiç birşey yok
gibi görünürken, ansızın gelen o cinnet hissinin, o hiç birşey yok gibiyken
birdenbire gelen o ölme isteğinin ne olduğunu en çok ben iyi bilirim sevgili.
Gün gelir artık dayanamayıp ailene benimle beraber olmak istediğini söylerdin
evvelden o kadar yalan söylediğin halde. Meydan okurmuşçasına. Ama söz
evvelden söylenenlere yaşananlara gelince, gözünü yumar, başını öne eğer
ve ne denli imkansız bir beraberliğimiz olduğunu bir kez daha anlardın.
Ve ben belki de sırf erkeklerin içip dertlendiği bir yerde tanıdığım birine
seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım. Senden ayrı olsamda seni hiçbir
zaman bırakmayacağımı anlatacağım ona. Her yitik sevgili sen olurdun.
Ulaşılamayan sevgili kimse işte sen o olurdun.
Evet... Konuşmalıyız sevgili...
Sen yokken bir kadınla tanıştım sevgili... İnce ve
zarif bir kadındı. Onunla insan nefsi üzerine konuştuk. Başımıza gelen
bütün dertlerin, sıkıntıların, içimizde ki o bencillik, o sınırsız sahip
olma duygusu yüzünden olduğunu konuştuk. Gece bende kaldı.... Uzakta,
çok uzakta bir sevgilisi varmış. Yıllardır onu düşünüyormuş. Ve işin acısı
sevdiği insanın bundan haberi bile yokmuş. Ama böyle daha iyiymiş. Onu
özledikçe kendini eğitiyormuş. Onu özledikçe kendine daha çok yaklaşıyormuş.
Bütün ruhu, bütün bedeni durmadan onu çağırıyormuş. Sonra sevgilisini
özlemekten yorgun düştü. Ona yatak hazırladım. Üzerinde seninle beraber
yattığımız, hala kokun duran çarşaflardan verdim. Uyumaya hazırlanırken
hafifçe okşadım.
Odama gidip belki sen ararsın diye telefonumu açtım..
Neden sonra dalmışken onun kırılgan sesiyle uyandım. Yanında uyuyabilirmiyim?
İzin verirmisin? dedi. Sustum. Hemen yanıma geldi. Sıcaklığıma, korkuma,
boşlukta kalmış aşkıma sarıldı. Kokusunu sana benzettim. Öyle yanlızdım
ki onu öpmeye başladım. Ne olur sadece sarıl dedi. Öylesine üşüyorum ki
sadece sarıl. Ve sarıldım ona. derin bir sevgiyle sarıldım. Sonra gördüğüm
o rüyayı anlattım ona. Kafası bedeninden kopmuş kuşu... O çoban kızı...Ve
seni anlattım. en ince ayrıntısına kadar. Senin yalanlarını benim sana
sinirlenmelerimi anlattım. Senin küfürlerini, benim delirdiğimi anlattım.
Ama seni ne kadar çok fazla sevdiğimi ve çzlediğimide anlattım. Öylesine
büyük bir tutkyla dinliyordu ki. Bir an bu senmisin diye baktım ona. O
bir başkasına aşıktı. Ben se sana O hiç dokunamamıştı sevgilisine Ve sonra
rüyamın devamını anlattım ona. Akan o nehirde sürüklenmeni...
Gözleri korkuyla açıldı. Gözyaşları içinde daha da
sıkı sarıldı bana. Bu riya benim rüyam dedi. Bende sevgilimi hep böyle
görüyorum. Başı bedeninden kopmuş bir kuş gibi görüyorum. Öyle bir baktı
ki bana, bütün kalbiyle, bütün deliliğiyle baktı ve sanki son bir kez
baktı.
Ne olur konuş onunla dedi. Ne olur konuş onunla, yoksa
bu nehir bütün aşkları sürükleyecek peşi sıra... Yokluğun ve anlamsızlığın
peşi sıra...
Tekrar sarıldı bana... O imkansız aşkı için sarıldı.
Ne olur konuş dedi. Sen ona kavuşursan, sen başı bedeninden ayrılmış kuşu
kurtarırsan, belki benim sevgilimde kurtulur. Ne olur konuş onunla.
Anasayfa
|