İLKSÖZ

Felix Guattari 1980'lerde yazdığı "Üç Ekoloji" başlıklı uzunca bir makalesinde ekolojiyi bugün bile eksik bıraktığımız bir kavrayışa yöneltir. Çok basitleştirerek söylersek, Guattari insanın dahil olduğu çevrenin ya da doğanın, zihinsel yapının ve toplumsal alanın ekolojisinden söz eder. Doğanın yıkımı sadece klasik anlamda, ya da bir bilim olarak ekolojinin konusu olan doğal ve insani çevrenin ekolojisine bakarak anlaşılamaz; bu duruma neden olan zihinsel yapının ve toplumsal yaşamın da ekolojisi vardır. Ekolojinin popüler eş anlamlısı olan çevreden, dolayısıyla ekolojist olmanın çevreci olmakla, yeşil politikanın çevre sorunlarının politikasını yapmakla eş tutulmasının yanıltıcılığından ve kısıtlayıcılığından kurtulmanın bir yolu olarak bu formüle bir şans verebiliriz.

Öte yandan toplumsal muhalefet giderek yenileniyor. Eski formüllerin iş görmediği, ne klasik solun, ne de yeşil hareketlerin politikalarını yeniden değerlendirmeden ait olamayacakları küresel bir muhalefet dalgası toplumsal hareketliliğin baskın rengi haline geliyor. Klasik siyasi yapılardaki hiyerarşiyi reddiyle, liderlik anlayışının olmayışıyla ve benimsediği "protesto sanatı"; biçimleriyle yetmişli yıllarda yükselen yeşil hareketle pek çok benzerlik gösteren, ama her şeyden önce karşı çıktığı küreselleşmenin taşıdığı yeni olanakları kullanarak yepyeni bir anlayış geliştiren küreselleşme karşıtı, ya da alternatif küreselleşmeci hareket, bize dar politik anlayışlarla kavrayamayacağımız bir muhalefet ufku sunuyor.

Düşünce ikliminde de bir canlanma var. Artık kaynaklara çok daha kolay ulaşabiliyoruz. Ekolojinin düşünsel zemini sadece ekolojik yıkıma dikkat çeken yarı fütürist raporlar ya da yazarlar tarafından oluşturulmuyor. Ya da sosyalist geleneğin klasiklerini veya anarşizmi çevreci bir gözle yeniden okumak/düşünmek, ekolojinin politikasını yapmaya yetmiyor. Geçen yüzyılın yeniden keşfedilmeye başlanan teknoloji eleştirilerinden, etik alanındaki tartışmalara, modernizm eleştirilerinden postyapısalcı düşüncenin sağladığı yeni kavramlara kadar pek çok olanağımız var.

Türkiye'de ise yeşil politika oldukça eski bir geleneği olmasına rağmen önemli bir etki gücüne sahip değil. Hem yeşil politikanın yeni toplumsal muhalefete sağlayacağı olanaklar, hem de kendini yeşil ya da ekolojist olarak tanımlayan kişilerin politik anlamda kendilerini ifade edebilecekleri zeminin ne olacağı, tartışılması gereken sorular olarak duruyor. Yeşil politik hareketin düşünsel zeminini, dayandığı ilkeleri, önceliklerini ve karşı çıktığı endüstriyalist sisteme ve tüketim toplumuna karşı sunduğu alternatifleri tartışmak önemli olmaya devam ediyor. Buna Avrupa'da artık iktidar ortağı olan, küresel politikaları ciddi biçimde etkileyen yeşil partilerin mevcut durumunu tartışmak gerektiğini de ilave edebiliriz.

Söyleyecek yeni bir söz bulabilmek ne iyi olurdu.

Üç Ekoloji