Röportaj
Sensei Hakan Alpay

Oss sensei. Sitemize hoş geldiniz! Nasılsınız? Oss. Teşekkürler Sensei, hiç zaman kaybetmeden röportaja geçelim. Türk Karatesinin nerden nereye geldiğini, dünü, bu günü, yarınları konuşalım...

S1: Karate-Do'ya hangi yıl ve nerede başladınız?

C1: 1974 yılı Ekim ayıydı. Shihan HAKKI KOŞAR Hocamın Istnbul/Osmanbey semtindeki dojosunda başladım.

S2: Mutlaka farklı alternatifler de . Neden Karateyi seçtiniz?

C2: Ben yetiştiğim semtin ve gençliğimin etkisiyle sokak kavgalarına çok meraklıydım. Karate çalışmlarıyla içinde olduğum atak tutumumu daha da güçlendireceğimi umuyordum. Ama doğrusu böyle olmadı. Çalışmalara başladıktan bir müddet sonra Karatenin fiziksel aktivitelerinden çok "DO"su, yani etik öne çıktı. Aradığımın Karate değil , Karate-DO olduğunu anladım. Zaten böyle olmasaydı, yani Karate-DO'yu tanımasaydım toplum dışı , agresif biri olarak kalabilirdim. Bu anlamda Karateye çok şey borçlu olduğumu söylemeliyim.

S3: O yılarda çalışmalar nasıldı? Bir antrenmanın genel içeriği neydi?

C3: İlk 45 dakika inanılmaz güçlü bir kültürfizik, daha sonra Kiba duruşunda bitmek bilmez Sanbon Zuki tekrarlari , Zen Kutsu ile devam eden Oi Tsuki ve Gyaku Zuki çalışmaları... Teknik tablo böyleydi. Antrenman sonlarının değişmez menüsü ise sayısı olmayan şnav ve mekik tekrarlarıydı. İleri zamanlarda Yoko Geri tekniği ile tanıştık. Kumite anlamında yaptırılan en ileri çalişma ise San Bon yada Kihon Ippon Kumite idi. Kuşak imtihanları 6 ayda bir heyet önünde yapılıyordu.

S4: Peki sensei, Federasyonu olmayan bir branş dış Dünya ile ilişkilerini nasıl sürdürüyordu? Dış temas söz konusu muydu?

C4: Şimdi burada Türk Karatesinin yokluk içersinde yaşam sürdüğü bir kuruluş döneminden bahsediyoruz . Dolayısıyla anlatacaklarımın çok önemli bir belge olduğunu belirtmek istiyorum. O günlerde bir yanda hocamızın kısıtlı bilgisi ve ekonomik alandaki yaşam mücadelesi, diğer tarafta rahmetli A.Doğaner ve F.Özsert hocalar ile çekişmeler, daha kötüsü iyi ideallerle Karate yapmaya çalışan tertemiz gençleri sporun felsefesine aykırı alanlara , siyasi platformlara çekmeye çalışan kişi ve kuruluşlar. Düşünebiliyormuşsunuz bu kadar tezat ve engelin üstüne bir de devletin spor teşkilatınca tanınmayan bir hareket. Ve siz bu, adına Karate denilen, harekete gönül vermişsiniz..! O yılları yaşamayanın bizlerin yaşadığı sıkıntıları algılaması çok güçtür. Dış temas konusuna gelince... O yıllarda İtalya, İngiltere,Fransa, Almanya ve Yugoslavya güçlü ekiplere sahipti. Bizim Yugoslavlarla ilişkilerimiz iyiydi. Kendimize örnek aldığımız en büyük idollerimiz Avrupa'da yasayan Japon hocalardı. İlk ikili temas ise bizlerin ağabeyleri durumunda olan ekip tarafından gerçekleştirilmişti. O ekipte yer alan, hepsi gerçek birer sporcu ve beyefendi kişiliğine sahip isimleri burada yad etmek isterim. C.ERGUN, R.SELEK, U.KESIM, K.AKTAN, S.OZBEK, Z.ALTINOK , B.BAKKALOGLU ve M.OKAY. İsimlerini hatırlayamadığım varsa beni bağışlasınlar. Ayrıca burada sayın Mithat OKAY hocamızın bizim jenerasyona büyük katkı ve emekleri olduğunu vurgulamak istiyorum.

S5: Hani ilk göz ağrısı derler ya... İlk yurt dışı kurs ve müsabakanızı mutlaka hatırlıyorsunuzdur. Panik, telaş, mutluluk... O heyecanı biraz anlatır mısınız?

C5: İlk turnuvam Yugoslavya'daydı. Fakat benim sizlerle paylaşmaktan keyif alacağım, henüz yeşil kuşak seviyesinde iken katıldığım Avrupa (İngiltere) karate şampiyonasıydı. Tatamiye çıktığımda yarışmacıların kıdemlerini gösteren iyice yıpranmış, eskimiş siyah kuşaklarını görmüş ve belimdeki yeşil kuşağımı nasıl saklayacağımı düşünmüştüm. Müthiş heyecanlıydım , ayaklarım yere basmıyordu. Organizasyonun mükemmelliği ve müsabaka alanının kutsal bir Mabet gibi derinliği beni çok rahatsız etmişti. Ama çok geçmeden ortama adapte oldum ve müsabakalar bitene kadar tatami kenarından ayrılmadım. Yuri Ashiler üzerine geliştirilen Kizami Tsuki ataklarını ilk kez burada görüyordum. Gözlemlerimi tüm ayrıntılarıyla not etmeye çalıştım. Ciddi manada katıldığım ilk kurs ise Londra / Crystal Palace tesislerindeki yaz kampıydı.

S6: O yıllarda Avrupa Karate si ile Türk Karatesi arasında bir karşılaştırma yapacak olursak aradaki mesafe neydi, onlar ne kadar ilerimizdeydi

C6: Öncelikle Avrupa'nın birçok ülkesi 1960'li yıllardan itibaren Karate Federasyonlarını kurmuşlar. Devletin sağladığı üst düzey imkanlarla da Dünyanın en iyi antrenörlerini ulusal Karate takımlarının başına geçirmişlerdi. Yani onların 15 yıl önce kavuştukları imkanları bizim hayal etmemiz bile olası değildi. Teknik seviyemiz kısıtlıydı, Kihondan Kumiteye geçişi beceremiyorduk. O esneklikten yoksunduk. Uluslararası yarışma tecrübemiz ise hiç yoktu. Müsabaka kurallarına tamamen yabancıydık. Kuralları yarışma alanlarında öğreniyoduuk. Gelişimimiz kişisel çabalarımıza bağlıydı ve bunu zorluklar içersinde de olsa becermeye çalışıyorduk.

S7: Türkiye Karate federasyonu kaç yılında ve hangi şartlar altında kuruldu?

C7: Avrupa ülkelerinden yaklaşık 20 yıl sonra becerdik biz bu işi. Yani 1981 yılında resmiyet kazanabildik. O dönemin Judo federasyonu başkanı rahmetli Cihat Uskanı Almanya/Bremende yapılan Dünya Şampiyonasına götürerek bir çeşit lobicilik yaptık. Rahmetli orada Karate yi tanıma fırsatı buldu. Yurda döndükten sonra Spor Bakanlığı nezaretinde lehimizde verdiği rapor ve girişimlerle Karateyi Judo Federasyonuna bağladı. Doğrusu devletimize hiç bir maddi kürfet getirmeden binlerce yetişmiş,sporcu,hakem ve antrenör verdik. Bu arada bir konuya daha değinmek istiyorum. Zamanın Spor Bakanı Yüksel ÇAKMUR özel dojoları disipline etmek yerine , devlet adamına yakışmayan bir yetersizlikle kapatmıştı. Biz de o ara TAKO isimli organizasyonu kurmuştuk. O derneğin tüzüğünün hazırlanması, dernekler masası vs bürokratik koşuşturmacaların hepsini inanılmaz bir heyecanla başarmıştım. İşte o dernek ülkemizde olumsuz koşulların yaşandığı o yıllarda çok büyük bir işlev üstlenmiş ve senelerce Karate-DO yapabileceğimiz güvenli bir mekan olmuştu.

S8: Peki o ilk oluşum içersinde ne gibi zorluklar yaşandı? Sizin arzu ettiğiniz bir yapılanma gerçekleşti mi?

C8: Değerli spor adamı Selim Sırrı Tarcanın çok güzel bir sözü var. Ben o sözü bir tespit olarak buraya aktaracağım: " Spor ormanlık vadide akan bir akarsu kadar temiz , berrak ve akıcıdır. Bu suyu 3 şey kirletir. politika,entrika ve para." İste sana cevap..! Tabi ki federasyon oluşunca zembilini kapan ortaya çıktı. Bu arada Sensei Hakkı KOŞAR Hocamız bizlerin ilk Karateye başladığı zamanlardaki dirayet ve kararlılığını gösteremedi ve senelerce yanından ayrılmayan 3-5 kişiyi dışlama eğilimine girdi. Hemen her zaman yanında olmuş bu değerleri görmezden gelmeye yöneldi. Sonuçta evet Karate resmileşti ve Anadolu'ya şu yada bu şekilde yayıldı. Ama DO , maalesef DO kayboldu.

S9: Sanıyorum 1983'te bir burs kazanmış ve Dünya Shotokan ekolünün Kabesi sayılan JKA çalışmalarına katılmak üzere Japonyaya gitmiştiniz. Neydi o burs? Japonyada ne kadar kalmış, neler yapmıştınız?

C9: Japon FAUNDATION (Japon vakfı) Orta Doğu ülkelerine yönelik bir program başlatmıştı. Kendi ülkelerinde basarili isimlerin yararlanabileceği bu burs programına son anda Türkiye de dahil edilmiş ve ülkemizden de ben seçilmiştim. Bu Japon kuruluşunun sağladığı imkanlara gelince: Barınmak için küçük bir ev, düzenli kurslar için bir para, özel derslerden yararlanabilmem için ayrı bir para , bir de sosyal ihtiyaçlarım göz önünde bulundurularak ayrı bir para ödemesi yapıyorlardı. Kısaca sizi dört bir yandan saran güvenli bir ortam sağlamışlardı. Doğrusu Japonya bana çok şey kattı. Karate-DOnun yanı sıra dayanma gücü, itaat, hasret , güven duygusu velhasıl hayata dair ancak yaşanıldığında öğrenilebilecek çok şeyi orada kavradım. O bursu kazanan kişiye olan güvenlerinden olsa gerek parayı düzenli ödüyorlardı ve en küçük bir denetim bile yoktu. Yani vicdanin müsade ederse,Karateden başka her şeyle uğraşır,yer içer eğlenebilirsiniz. Tabi bu bir vicdan ve duygu meselesi. Ben oraya eğitime susamış biri olarak Karate-DO aşkı ile gitmiştim. Kaytarmak aklımın ucundan bile geçmedi. Haftanın 6 günü sabah 8'den öğlen 12'ye kadar 4 ders, öğleden sonra 3'ten aksam 8'e kadar ikinci program Ayrıca bunlara ek olarak haftada 3 gün ikişer saat özel ders alıyordum. Japonyaya kaç kilo gittiğimi ve dönüşte kaç kilo geldiğimi söylesem çok kişi abarttığımı sanır. Kaldığım ev ile dojonun arası 20 dk. İdi. Trenle bir durak. Çoğu geceler yürüyerek dönmek zorunda kalırdım. Eve ulaştığımda ilk isim o günkü çalışma bilgilerini not etmek olurdu. Çoğu zamanda yemek fırsatı bulamadan uyurdum. Kendime ayırabileceğim zaman yalnızca Cumartesi akşamından Pazar akşamına 24 saatlik bir sure idi. Bu 4 ay böyle sürdü. 2. ayin sonunda ders notlarımı tutan senseilerim beni Instroctor Class (öğretmenler sınıfına ) seçtiler. Ama babaların arasında olmak inanılmaz bir duyguydu. Hayali bile lüks görünen., Tanaka , Yahara , Abe , Osaka , Ueki , Asai gibi saymakla bitiremeyeceğim senseilerle ayni tatamiyi kullanmak yaşadığım bütün yorgunlukları unutmama yetiyordu.

S10: Siz Japonyadayken Shian Masatoshi NAKAYAMA hayattaydı. Derslerinize girmiyor muydu?

C10: Kendisi JKA merkez dojonun teknik direktörüydü ve ayrıca özel dojosusuda JKAnın hemen yakınındaydı. En üst katının ev olarak kullanıldığı bu 4 katlı binada küçük bir dojosu vardı. Dünyanın çeşit ülkelerinden gelen kursiyerlerin kalabileceği birde yatakhane yapılmıştı. Dojodan yararlanabilmenin tek şartı sabah 6'da başlayan çalışmalara katılmaktı. Dojo ve yatak hanenin temizliği bu tesisten yararlanan sporcular tarafından yapılıyordu. Ben Tokyo JKA merkez dojo da idmanlara başladıktan bir kaç gün sonra Shianın Dojosuna gittim. Kendisi yoktu. Görevliler birazdan geleceğini söylediler. Çok geçmeden dojonun kapısında bir taksi belirdi. Araçtan biri indi ve arka tarafta oturan yaşlı bir hanımı çıkarmaya yöneldi, bu üstattı. Hemen koştum aracın içersindeki yaşlı hanımı kavradığım gibi çıkarttım. Doğru binanın içine yürüdüm. Aasansörün içersinde bir sandalye vardı ve yaşlı hanımı oraya oturtmamı istedi benden. Sonra bana nereli olduğumu sordu Türküm dedim Sırtımı sıvazladı ve teşekkür etti. O yaşlı hanim Shian'in annesiymiş. Burada ustamla ilgili bir anımı daha aktarmak istiyorum. 1983ü, 1984e bağlayan gece 11'30-12'30 saatlerinde üstadın dojosunda antrenman yaptık , yani yeni yılı Karate ile karşıladık. Antrenman bitimi Shian'in evinde hazırlanan yemekleri tatminin ortasına taşıdık. Yeni yılın ilk saatleri birçok Senseinin bulunduğu o ortamda küçük bir parti ile geçirilecektik. Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes kendi ülkesinin kültürünü yansıtan bir şarki ile geceyi renklendiriyordu. Sıra bana geldiğinde Shian "O Türk tur. Türkler kazaktır şarkı söylemezler." dedi. Ben Üsküdar'a giderken şarkısını söylerken yüzüme bakıp babacan bir tavırla gülümsüyordu. Nakayama Shian derslerinde otoriter ama sosyal yasamda ise bir o kadar sevecen bir insandı. Toprağı bol olsun…

S11: Japonyada Üstad Funokoshi GIGCHINin zamanında kurulmuş Waseda Tokuhoku gibi Üniversitelerin Karate kulüplerini ziyaret fırsatınız oldu mu ?

C11: Doğrusu o yoğunluk içersinde buna imkan yoktu.Ama merakta etmedim. Japonyanın en saygın senseileri ile her gün beraberdim ve olabildiğince onlara yoğunlaşmayı uygun buldum .

S1: Turkiyede yıllarca basarili bir yarışmacı olarak birincilik kursusunu kimseye bırakmadınız. Peki Japonyada bulunduğunuz sure içersinde müsabakalara katılma imkanınız oldu mu?

C12: Tokyoda bulunduğum ilk ayin son günleriydi,hafta sonu Tanaka Senseinin dojosunda tertiplenen turnuvada yarışmacı olmam için davet geldi. Hakem Ligini Tanaka Sensei'nin üstlendiği bu turnuvada 6 karşılaşma sonucu finale yükseldim. Rakibim 2 yıldır JKA'da çalışmalarını yürüten bir Kanadalıydı. Start öncesi beni hiç ciddiye almadığı her halinden belliydi. Fakat karşılaşma başladığında iki kez üst üste denediği Mae Keri ataklarına aynı anda vurduğum Dedi Gyaku Tsukiler beni birincilik kürsüsüne taşıdı. Daha sonraki aylarda Tokyo ve çevresini kapsayan bir turnuvaya katılmak istedim. Kayıt islerinden sorumlu Mizuna isimli bir sempayı idi ve bu turnuva sana ağar gelir diye kaydımı yapmayı reddetti. Can sıkıntısıyla uykusuz bir gece geçirdikten sonra sabah turnuva sorumlusu Kurasaku Sensei ile görüştüm. Yarışmacılardan gelmeyen olursa yerine seni kaydedeceğim dedi. 6 numaralı sporcunun gelmemesiyle de kaydım gerçekleşti. Öğleden sonra yapılacak müsabakalarda zinde olabilmek için dojonun bir kenarında yattım uyudum. Yarışma saatinde müthiş bir kazanma hırsıyla tatamiye indim. Toplam 7 karşılaşma yaptım. Birincilik kürsüsüne çıktığımda bu turnuva sana ağır gelir diyerek kaydımı yapmayan Mizuna sempayi mahcup, mahcup bana bakıyordu.

S13: Sensei, sizin Türk Karatesinde ilklere imza atan oncu bir kimliğiniz var . Başından beri ,her fırsatta Türk Karatesinin en önemli sorununun eğitim olduğunu vurgulayıp bu alanda üretken olmaya özen gösterirdiniz. 'Martial Arts" bülteni, daha sonra aylık "DO Magazin" dergisi , "Antrenör el kitabi" gibi hemen aklıma gelen yayınları Türk Karatesi kültür hayatına kazandırdınız sonra birden kaleminiz durdu. Bu yayınların size çok ciddi maddi külfetler getirdiğini biliyorum, ancak bu hizmetleri devam ettirmek, birikimlerinizi daha geniş kitlelere yaymak için bir sponsorluk kurumundan yararlanılamaz mıydı?

C13: Evet ,belirtiklerinize ek olarak Okinawa-Te isimli bir kitabımla, aylık yayın organı Kara Kuşak dergisinde yayınlanan araştırma ve inceleme yazılarım da olmuştu. Ayrıca ben bu etkinliğimi köreltmedim. Avrupa ve Dünya Karatesini yakınen takip ediyor, teknik ,beslenme, kondüsyon hatta organizasyon konusunda bile düzenli dosyalar oluşturuyorum. Şimdilerde çok gerekli olduğuna inandığım bir çalışmayı tamamlamak üzereyim. Ki-hon çalışmalarında dikkat edilmesi gereken ayrıntılar, Kumite ye geçişte gerekli alt yapının oluşturulması gibi ülkemizde çok ihmal edildiğini tespit ettiğim bir çalışma bu. Sanıyorum 2002 sonu yayınlanmış olacak.

S14: 1985 yılında ülkemizde yapılan IAKFin son Avrupa Karate Şampiyonası ile bu kurum fes edildi ve bizde diğer ülkeler gibi spor teşkilatı olarak kaydımızı WUKO (WKF)ya yaptırdık. 1985-1987 arasında ise sanıyorum bir uyum donemi yaşadık. Daha sonra adimiz bile olmayan Dünya tatamilerinin saygın bir üyesi olduk. Madalyalar birbiri ardına gelmeye başladı. Ne oldu..? IAKFte neden basarısızdık..? WUKO (WKF) da bayrağı nasıl yükselttik?

C14: Bazen ne kadar doğru cümleler seçseniz de olayları insanlara aktardığınızda abarttığınızı düşünebiliyor gerçeği algılayamıyorlar. Soru ne kadar net "NEDEN BAŞARISIZDIK?" ve "NASIL BASARILI OLDUK?" bu soruyu ilk defa soran kişi sensin . Açıkça sakınmadan söylüyorum biz sporculuğumuz boyunca yetersiz ve kısıtlı bilgilerle yetinmek zorunda kaldık. O donemdeki arkadaşlarımı göz önüne getiriyorum hepsi bilekli, yürekli, zeki insanlardı. Bizim başarılı olamamamızın sebeplerini biz biliyorduk ama ne çare hocalarımız bilmiyordu..! Bize senelerce aman koşmayın, ağarlık çalışması yapmayın, antrenmanlarda su içmeyin vs gibi antrenman bilimine tezat ne varsaonları önümüze koydular. Hatırlarsan SESAM (Spor Sağlık Eğitim Merkezi)da düzenlenen ilk kursta öğrendiklerimiz (1987) ve Ayhan ATAMAN hocamızdan aldığımız reçete programlar bunlar bizim önümüzü açan bilimsel çalışmalar oldu. Sporculuk dönemimizde yaşayarak gözlemlediğimiz hataları süratle asgariye indirmeyi başardık. Teknik bilgilerimizi Alman ve İngiliz ekolunu büyüteç altına alarak tazeledik, Türk Karatesini daha ileri taşıyabilmek için kendi imkanlarımızla senede 4-5 kez yurt dışı kurslarını takip ettik. Bir hakkı teslim etmek gerekirse s. A.ÇELIKTÜRKün gayretleri çok fazla olmuştur. Bu arada WUKO'da 7 si erkekler, 4 sikleti ise bayanlarda olmak üzere 44 Sporcuya madalya kulvarı açıldı. Oysa bu IAKF organizasyonunda 4'ü erkek 4'ü bayan toplam 8 madalya ile kısıtlıydı. Bütün bu gelişmelere bizim hırs ve azmimizde eklenince beklenilen dönüşüm gerçekleşti. Basari kaçınılmaz olarak ortaya çıktı. Doğrusu motor gücümüz ülkemize duyduğumuz hizmet aşkı ve inancımızdı. Menfaate dayalı kişisel alış-verişlerin kısır döngüsüne girseydik donuşum sağlanamaz ve bu başarılar da elde edilemezdi

S15: Karate son 50 yılda Japonyanın mahalli değerlerini asarak evrenselleşti. Sizce bu değişimle beraber Karate nereye doğru gidiyor. Yani 10-20 yıl sonra nasıl bir Karate göreceğiz bir on görünüz var mı?

C15: Karate-DO yapan ve adına Karate-ka denilen insanin doğasında mücadelecilik ve hırs olmalıdır. Bu özellikleri olmayan bir insana Karate yakışmaz. Daha ilk bakışta kendisini belli eder,sırıtır. Ne yazık ki Japon gençliği de artık kendi gelenekleri dışında yasamaya Batı kültürünün getirilerini tüketmeye başladı. Eskisi gibi mücadele sanatları içersinde yoğurulmak yerine, disko, bar türü yerleri tercih ediyorlar. Bu tehlike aslında tüm Dünya gençliği için geçerli. Senin de belirttiğin gibi Karate artık evrenselleşti. Dünya federasyonu idari ve hakem komiteleri, şampiyonlar her şey hızla Batılılaştı. Evet Karate Dünyanın en büyük ve köklu spor organizasyonu olimpiyatlara doğru gidiyor bu güzel ama ben olimpizim uğruna Karate-DO ruhundan çok taviz verildiğini düşünüyorum. Gelecekte nasıl bir karate..? Avrupa Karatede üstünlüğünü devam ettirdiği gibi Karate'nin olimpik olmasını da sağlayacak, fakat bizler tatamiye antik bir savaşçı ruhuyla çıkan sporcuların keyifli mücadelelerini göremeyeceğiz. Raund usulü karşılaşmalar, self gardlı sporcular... Kendimizi bunlara hazırlayalım.

S16: Sizce Türk Karatesi bugünkü yapısıyla bir Dünya markası olmayı hak ediyor mu ? Veya sporda Dünya markası olmanın gerekleri nelerdir?

C16: Bunu görebilmek elbette en büyük dileğim. Ama nasıl olacak bu..? İnsanlar bir işi üstlenirken sorumluluklarını çok iyi algılamalılar. Üstlendikleri sorumluluğu kimler nereden almış ,hangi şartlar altında ve hangi duygularla nereye taşımış, bunu çok iyi bilmeli. Saygı unsuru asla ihmal edilmemeli . Ata'ya, hocaya, vatana, bayrağa saygı olmalı. Kişisel kaygılardan uzak hep bir ağızdan TURKIYE denilebilmeli. Devlet isi layık olduğu biçimde yönetilmeli. Herkes bu çağdaş anlayışa saygı gösterip bilgi ve birikimine uygun alanlarda istihdam edilmeye hazır olmalı. SEVDALI, evet her kez tek vücut ve TÜRKIYE SEVDALISI olmalı. Bu çok ciddi bir konu istersen açılımını biraz zamana bırakalım.

S17: Peki idealinizdeki Türkiye Karate Federasyonu?

C17: Özünde saygı ,işleyişinde sevgi olan bir kurum. Yukarıda bir devlet adamının tespitine yer vermiştim tekrar etmek istiyorum amatör şartlarla da olsa yapılan iş devlet isidir ve "DEVLET IŞI LAYIKATLA YÖNETİLİR" Öyleyse onun kaşı bunun gözü var demeden., bizi temsil edebilecek , konulara hakim , uluslararası etkinliklerde güvenilir ve saygınlığı olan bir kişiyi başkan yapalım. Karate-DO'nun tüm engellerini akli ,bileği ve yüreğiyle geçmiş bir teknik komitesi olsun o federasyonun, bu isimler milli takım antrenörlüğü, teknik direktörlük falan yapmasınlar. Türk Karatesine uzun vadeli planlar hazırlasınlar . İstanbul'un teknik çizgisiyle Anadolu Karatesi arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmanın peşine düşsünler. Teknik seviyeyi Dünya Karatesi çizgisinde tutmanın hesabini yapsınlar. Eğitim komitesi ismine uygun etkinlikler geliştiren , hakem ve antrenörlerimizin eğitiminden , kata standardizasyonundan sorumlu organize bir ekip olsun. Organizasyon komitesi uykusuz kalmaya hazır fedakar insanlardan oluşsun. MHK yine en az bir dil bilen, uluslararası yönetmeliklere hakim, isini seven isimlere teslim edilsin. Milli takım antrenörleri ve uluslararası hakemlerimizde tam bir diplomat donanımına sahip olsun. Kısaca benim idealim en alt biriminden en üste herkesin tek yürek ve el ele TÜRKİYE dediği bir federasyon...

S18: Sensei, geçmişe şöyle bir dönüp baktığınızda keşke şunu da şöyle yapmasaydım diye değerlendirdiğiniz olaylar var mı?

C18: Doğrusu genel anlamda pek yok. Şartlar o gün neyi gerektirmişse inandığım gibi davranmışımdır. Ama bazı şeyler var ki şöyle yapsaydım daha iyi olurdu türü değerlendirmelerim oluyor. Or., Hasan OKUS'a bana tavır koyduğu zaman "Gel kardeşim sen bana bunu niçin yapıyorsun , sorun nedir? diye sormalıydım" Bir Rıdvan GÜMÜŞ'e "senin müsabıklığın , başarıların benim bilgim , emeğim üzerine kurulu, 3 gün önce tanıdığın birine beni satıyorsun . Değerler bu kadar ucuz mu?" diye sormalıydım. Bir Erkan TASBAŞI "Benden ne kötülük gördün de Türk Karatesine yarar getirmeyeceğine inandığım ve adaylığını desteklememeyi önerdiğim bir ismin yanında yer aldın?" diye konuşmalıydım. Bir Çetin DEMIREL'e "Kardeşim , senin hayatında en büyük idealin neydi ve sen o ideale nasıl ulaştın? Kim seni o idealle buluşturdu? Bu tavrının sebebi ne?" diye sormalıydım. Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar ,yalnızca Türk Karatesinin gelişimi için verdiğim karşılıksız onca hizmetten sonra bana niye kazık attıklarını sormalıydım. Bunları söylerken kimseye dargın olmadığımı da belirtmek isterim. "İnkarı seçen, ucuzluğu tercih etmiş demektir." ben böyle düşünüyorum. Yine aynı aşkla Anadolu'yu, Anadolu gençliğini ,ülkemi ve bu ülkenin insanlarını seviyorum.

S19: Son olarak gelecek diyorum. Gelecekte nerede olmak istiyorsunuz?

C19: Şöyle böyle 30 yıl geride kaldı. Evet 30 yıl. Ektik, diktik, çapaladık, suladık, aşıladık… Bakın o ağaçlar artık büyüdü meyve veriyor. Belki çok acılar çektim , sıkıntılar gördüm ama çok yol aldık. Allaha şükür acıların yanında çok da güzellikler yaşadım , hep ilklere imza attım , yaptığım işlerin taçlanmasını görmenin huzurunu duydum. İlkeli oldum ve duruşumun hep bu ilkelere uygun olmasına dikkat ettim. Şimdi gelecekte tek arzum Federasyon başkanı olmak. Olimpiyatlarda göndere çekilen bayrağımızı TC. Karate-DO Federasyonu Başkanı olarak selamlamak. Sensei., ucuzluğu seçen inkarı seçer demiştiniz. Kimsenin hizmetlerinizi inkar edeceğini sanmıyorum. Zaman zaman tüm toplumlarda kavram kargaşaları yaşanır ve insanlar gibi zamanla toplum da olgunlaşır. Sonra sorunlar uzlaşılarak aşılır. Size Türk karatesine verdiğiniz hizmetlerden ve bize sağladığınız bu röportaj fırsatından dolayı www.worldshotokanturkey.com adına teşekkür etmek istiyorum. Oss! Oss. Ben de teşekkür ediyorum.