Atatürk İlkeleri, tarihsel süreci içinde Türk ulusunun ve
toplumsal yapısının gereklerinden çıkmış, çağdaşlaşma
gereksinimin yarattığı toplumsal ilkelerdir. Kavram ve sözcük
olarak kullanılmaya başlanması, Türk ulusunun yaşam çizgisi
sürecinde, toplumsal vicdanın özünde saklı birer inanç olarak
olayların doğal gelişimiyle ortaya çıkışından sonradır.
Özgürlükçülük, Cumhuriyetcilik ve Milliyetçilik yeni devletin
kurulmasında ulusun özünden kopmuş birer yaşama ve var olma
savaşımının temel ilkeleridir. Halkcılık ve Devrimcilik
bağımsızlığını kazanmış Türk ulusunun çağdaşlaşma gereksiniminin
yaratıcı kaynaklarıdır. Laiklik ve Devletcilik, yeni devletin
çağdaş bir kimlik kazanmasının doğal sonucudur. Barışcılık,
Gerçekcilik ve Akılcılık, ötekilerin hepsinin itici gücü olmuş,
ilkelerin tümünün birbirleriyle kaynaşık bir bütün oluşturmasını
sağlamıştır.
Özgürlükçülük ilkesi, Kurtuluş Savaşının iki ana sloganıyla
özetlenebilecek olan "Ya bağımsızlık, ya ölüm" ve "milli misak
(ulusal ant)"ın özünü belirler. Kaynağını Türk ulusunun tarihsel
niteliklerinden alan bu ilke, kurtuluş savaşı boyunca ulusal
direnişin itici gücünü oluşturmuştur. Ulusal Ant, Atatürk
tarafindan kaleme alınıp 28 Ocak 1920'de kabul edilmişti.
Genç Türkiye devletinin demokratik esaslara dayalı ilk yönetim
biçimi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetiminin sağlam
kurallara bağlanarak çalışmasını öngören "Halkçılık Programı" da
13 Eylül 1920'de yine Atatürk tarafından meclise verilmişti.
Atatürk İlkelerinin tümü, yeni Türkiye'nin atılımlırına kaynak
olarak "dokuz umde" adıyla 8 Nisan 1923'te yine Atatürk
tarafindan ortaya atılan programın uygulama eylemlerinin adım
adım gerçekleştirilmesinde tarihsel süreçlerin doğal sonucu
olmuştur.
Bu ilkeleri, bu tarihsel oluşum ve gelişimin ana çizgileri olarak
anlamak ve birbirini bütünleyen bir demet halinde incelemek ve
açıklamak gerekir. Bu incelememizde ilkelerin ilişkileri ve
birbirlerini bütünleyişleri özellikle ön planda tutulacaktır.
HALKCILIK
Devrim Tarihimizde üzerinde duyarlıkla titrediğimiz, 1924 ve 1961
anayasalarında yer alan halkcılık ilkesi, Atatürk ilkeleri
arasında demokrasi ülküsünün temelini oluşturmaktadır. Bu ilkenin
ana özelliği, ülke yönetiminin ve egemenliğin kaynağını halk
dediğimiz ulus varlığında bulmaktır. Atatürk'ün daha 1920 yılında
meclise sunduğu halkcılık programında halkı temsil eden meclisin
ulusal egemenliği hangi yöntemlerle kullanacağını saptayan
esaslar, 1937'de anayasamızda devletin temel ilkeleri arasında
yer alan halkcılık adıyla yönetimin demokratik kaynağını
saptıyordu.
Egemenliği bir zümre ya da bir aileye bağlayan çağdışı biçimlerin
yerini alan ve halkın seçimle saptadığı bir meclis aracılığı ile
yönetim ve egemenlik haklarını kullanması yönetimi, geniş anlamda
"halkın, halk tarafindan halk için yönetimi" halkçılığın özünü
oluşturur. Devlet ile yurttaş arasındaki karşılıklı hak ve
ödevlerin yerine getirilmesinde düzenleyici kuralları, yasaları
yapma yetkisini halk egemenliğinde tanıyan halkçılık ilkesi,
başlıca şu özellikleri kapsar:
Yasalar önünde salt bir eşitlik öngören ve hiçbir bireye, hiçbir
aileye, hiçbir sınıfa, ayrıcalık tanımayan bireyler halktandir.
Bu nitelikleri taşıyan bireylerin yönetimi ellerinde
bulundurmaları halkçılığın temel özelliğidir. Bu bakimdan
halkçılık:
a. Ülke yönetiminin demokratikliği,
b. Herhangi bir birey ve sınıfa ulusun genel hakları dışında
ayrıcalık tanımamak,
c. Sınıf kavgasını kabul etmemek gibi öğelerden oluşur.
Halkcilik ilkesi, ulusal egemenliği geniş halk yığınlarının özgür
iradesine bağlarken öteki ilkelerden soyutlanmadan
değerlendirilmelidir. Akılcılık, özgürlükçülük, ve uygarlıkcılık
ilkeleriyle çakışan bir ilke olarak halkın olumlu bilimin ve
çağdaş uygarlığın gereklerine göre eğitilmesi, yurttaşlık
bilincinin eğitim yolu ile aydınlatılması halkcılığın temel
yöntemidir. Türk toplumunun sosyal, kültürel ve ekonomik
kalkınmasının temelini oluşturan eğitim kalkınması milliyetçilik
ilkesinin de ana ereğidir. Bu bakımdan eğitim yoluyla
aydınlatılmış halk, ulusal egemenliğin güçlenmesi ve
demokrasimizin yaşamasında halkcılık ile milliyetçilik
ilkelerinin aydınlığında tek ve gerçek güvencedir.
DEVLETÇİLİK
Anayasamızda da yer alan devletçilik ilkesi, tüm ülkelerin ortak
amacı olan toplumun esenlik ve mutluluğunu sağlayıcı toplumsal,
ekonomik ve kültürel kalkınmada devletin üstlenmesi gereken
görevleri saptayan bir yöntemdir. Genel çizgileri ile özel
girişimin yetki ve gücü dışında kalan ekonomik kalkınma ve
örgütlenmeyi devlet eliyle ve aracları ile gerçekleştirmek
ilkesidir.
Anayasamızın devletin görev ve sorumluluğuna bıraktığı, yerine
getirmekle yükümlü olduğu bellibaşlı görevleri saptayan
maddeleri, devletin, ulusun bireylerinin ve tümünün esenlik ve
mutluluğu ile ülkenin güvenlik ve bağımsızlığının korunması
esaslarını kapsar.
Genel olarak her devletin temel iki ödevi vardir:
a. Ülke içinde güvenliği ve adaleti kurmak ve sürdürmek, bu
suretle yurttaşların her çesit özgürlüklerini dokunulmazlık
altında bulundurmak,
b. Dış siyasal ve öteki uluslarla ilişkileri iyi yöneterek,
ülkede her çeşit savunma güçlerini, her an hazır tutarak ulusun
bağımsızlığını güvence altında tutmak ve bu uğurda başka çare
kalmazsa, silahla savunmaktır.
Denebilir ki devletin oluşturulmasında amaç bu iki temel ödevin
yerine getirilmesini sağlamaktır. Çünkü bu ödevlerin yurttaşların
birey olarak yapmaya güçlerinin yetmeyeceği işlerdir.
Bunlardan başka devletin ilgilendiği bellibaşlı işler,
bayındırlık, eğitim, kültür, sağlık ve sosyal yardım, tarım,
ticaret ve sanayiye ilişkin ekonomik etkinliklerdir.
Tarımla, tecimle, sanayi ile ekonomik işlere devletin girmemesi,
bireylere bırakması gerektiği görüşünde bulunan kurama
"bireycilik" derler. Ulusun genel ve ortak çıkarlarına ait,
siyasal ve düşünsel işlerde olduğu gibi her türlü ekonomik
işlerin de bireylere bırakılmayıp devlet tarafından yapılmasının
daha uygun olacağını savunan kurama da "devletcilik" denir.
Devletin temel iki ödevinin yanında ekonomik amaçlı ödevler,
doğrudan doğruya devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle
birlikte, ana görevlerinin yerine getirilmesinde etkindirler.
Vatandaşın güvenliğini ve esenliğini her şeyin başında düşünmek
ve sağlamakla yükümlü olan devletin, ana görevlerinin yerine
getirilmesinde son derece etkili ekonomik amaçlı ödevleri de
bireylere ya da ortaklıklara tümüyle bırakabilmek için, bu
işlerin devletin el koymasına ve yardımına gerek kalmadan
yürütüleceğine, devletin temel ödevlerini yerine getirmekte
güçlükler yaratmayacağına güvenmesi gerekir.
Bu gibi işlerde, bireylerin kurmaya olanak bulamayacakları geniş
ve güçlü örgütler gerekebilir. Ya da bu gibi işlerde yeterince
çıkar elde edemeyecekleri için, o işlerden vazgeçerler. Oysa ki o
işler, ulusça yaşamsal bir önem taşıyabilir. İşte devlet onu
yapmak zorunda bulunur.
Devletin, bireye göre amacı çok farklı bir özellik taşır. O,
toplumun ortak çıkarını ve ilerlemesini düşünür. Bireyleri, özel
çıkar hırsından ne ölçüde uzaklaştırmak olanaklıdır, düşünülmeye
değer.
Anayasamızda da yer alan bu ilkenin, özellikle halkçılık ilkesini
bütünleyici, halkçılık ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacak bir
yöntem olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu ilke, yüzyıllar boyu
sağlanmış teknik gelişmeleri, sanayii kısa sürede yurtta
sağlamayı istemekte, ona çalışmakla birlikte, bunları başarmış
ülkelerin, yaptıkları büyük yanlışlıklara, içine düştükleri büyük
zorluklara ve çelişkilere uğramamak için ortaya konmuş ve Atatürk
tarafindan gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Atatürk ilkeleri
arasında özel bir yer tutan devletcilik, ulus birliğini, ulus
bütünlüğünü sınıflara parçalamamak; bu sınıflar arasında ulus
varlığını sarsan, yıpratan çatışmalara, karşıtlıklara düşmemek
amacına yöneliktir.
Devletcilik ilkesi, devlet ile bireyin etkinlik alanlarını
saptarken özel ve bireysel ekonomik girişim ve etkinliklere set
çeken, onları yok eden bir yöntem değil, ilke olarak devleti
bireyin yerine koymamak, fakat bireyin gelişmesi için genel
koşulları hazırlamak ve bireyin kişisel etkinliğini ekonomik
ilerlemenin ana kaynağı olarak görmek anlayışıdır.
Kurtuluş Savaşımız, "birlik ve dayanışma" ile anamalcılığın
sömürgeciliğine karşı kazanılmıştı. Genç Türkiye Cumhuriyeti de
bu birlik ve dayanışmayı toplumun gelişmesi atılımlarında
gerçekleştirmek zorundadır. Nasıl, cumhuriyet yönetiminin kuruluş
başlangıcında sömürücü, anamalcı ve işçi sınıfları yoksa, çağdaş
uygarlık yolundaki gelişmelerde de sınıf karşıtlıklarına,
çatışmalarına düşmeden toplum yapısında ekonomik ve kültürel
dengeler sağlamak da devletciliğin amaçları arasındadır.
Devletciliğin bu anlamda uygulanışı, çağımıza ve geleceğe uygun
özgün bir girişimdir. Atatürk devletciliği, Türk ulusu için
olduğu kadar, onun durumunda olan egemenlikleri, özgürlükleri
için savaşan, anamalcı ülkelerin sömürülerinden kurtulmak
çabasında olan uluslar için de toplumsal bir koşul, bir
gerekirciliktir.
Devletcilik ilkesi, doğumu, denemesi, uygulanması ile ulusal;
amacı ve geleceği ile evrenseldir.
CUMHURİYETCİLİK
Atatürk devriminde cumhuriyetcilik, ana ilke ve esas değerdir.
Anayasalarımızda öteki Atatürk ilkelerinin yer alışında diziliş
sırasında en baştadır. Öyle ki anayasamızda değiştirilmesi
önerilemez maddelerin en başında gelir. Kısacası bu ilke
anayasanin bağımsız ana maddesidir.
Cumhuriyetcilik ilkesi, böylece devletin biçimini belirleyerek
devlet düzen ve yönetiminde kişisellik ve keyfiliğin egemen
olmasını önleyen en sağlam güvencedir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı, başlangıcından ölümüne değin Atatürk,
halk yönetimini, devleti halkın yönetmesini, yönetimin halkın
eline geçmesini, devletin bir halk devleti haline gelmesini
savunmuştur. Bu bakımdan Cumhuriyetcilik ilkesi, halkçılık
ilkesiyle birleşir ve "Egemenlik Ulusundur" özdeyişinde en özlü
anlatımını bulur.
Egemenliğin ulus tarafindan kullanılmaya başlandığı 23 Nisan 1920
gününden itibaren özgürlük ve bağımsızlık savaşlarını kazanan
Türk ulusu, kendi yönetim biçimini belirlemiş, bu yönetim biçimi
aynı zamanda ulus şeref ve onurunu kurtarmak için en güçlü araç
olmuştur. Cumhuriyet yönetimi daha o günden seçmiş olan Türk
ulusuna seslenen büyük önder şu tümcelerle cumhuriyetin
bağımsızlığın ayrılmaz parçası olduğunu vurgulamıştır:" Bugün
ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımlardan
uyanmanın ve bu sevgili vatanın her köşesini sulayan kanların
karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğinin korumasına bırakıyorum."
"Ey Türk Gençliği: Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk
Cumhuriyetini sonsuza değin korumak ve savunmaktır."
Bu sözleri ruhuna ve varlığına perçinlemiş olan Türk ulusu,
cumhuriyeti dünya durdukça korumaya and içmiçtir.
Cumhuriyetcilik, öteki Atatürk ilkeleriyle birlikte uğrunda ölümü
göze alma inancıdır. Çünkü, demokrasinin eşanlamlısı olan
Cumhuriyet, ulus egemenliğini en iyi simgeleyen, en yüksek,
dolayısıyla Türk ulusuna en layık ve onun yüce ruhuna en uygun
bir devlet yönetimi biçimidir.
MİLLİYETCİLİK
Atatürk İlkeleri arasında son derece önemli bir ilke olan
milliyetcilik, akılcılık, gerçekcilik, barışçılık ve
cumhuriyetcilik ilkeleriyle bütünleşen ve bu ilkelerle çelişen
yorumlara kapalı bir ilkedir.
Milliyetcilik ilkesi, ulusal savaşımın çıkış noktasını oluşturmuş
ve tüm tutsak ulusların kurtuluş hareketlerine ışık tutmustur.
Atatürk'ün türlü demeç ve söylevlerinde açıklık kazanmış olan bu
ilke, Fransız devriminden sonra dünyaya yayılan özgürlük
düşüncesinin tarihsel gelişimi içinde her ulusun kendi kaderini
çizme inancının doğal bir sonucu olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde, ulusallık niteliğini
yitirmekte olan dilimizin sadeleştirilmesi ve dünyaya yayılmış
Türk toplumlarının araştırılıp incelenmesi hareketlerinin ortak
adı olarak Türkçülük akımı biçiminde belirmiştir. Zaman zaman
bütün Türk toplumlarını birleştirmeyi amaçlayan Turancılık, zaman
zaman da İslam Birliği kurmak gibi bir amaca yönelik İslamcılık
akımlarıyla karıştırılmaya başlanmıştı.
Bugün anayasamızda da yer alan milliyetcilik kavramı bir ilke
olarak, Türk ulusunun egemenliğini kendi iradesine aldığı süreç
içinde gerçek anlamını kazanmıştır. Akılcı, gerçekci, barıçı ve
cumhuriyetci bir nitelik aldıktan sonra Atatürk tarafindan "Türk
Milliyetciliği" deyimiyle bütün açıklık ve kapsamını, gerçek
anlam ve kılavuzluğunu bulmuştur. Bugün Atatürk ilkeleri arasında
yer alan milliyetcilik, çagdaş anlamıyla siyasal, ekonomik ve
kültürel bir devlet sistemi olmuştur.
Milliyetcilik ilkesine göre, Türk ulusu büyük insanlük ailesinin
yüksek onurlu bir üyesidir. Bu bakımdan bütün insanlığı sever;
ulusal onur ve çıkarlarına dokunulmadıkça başka uluslara karşı
düşmanlık beslemez ve aşılamaz.
Milliyetcilik ilkesi, bütün çağdaş uluslarla uyum içinde
yaşamakla birlikte, Türk toplumsal varlığının özel karakterini ve
başlıbaşına bağımsız kimliğini saklı tutmayı esas sayar. Bu
bakımdan kendi özüne aykırı akımların ülkeye girmesini ve
yayılmasını istemez.
Atatürk milliyetciliği, gerek bağımsız, gerek başka devletlerin
uyruğu olarak yaşayan bütün Türkleri, hangi dinden olurlarsa
olsunlar derin bir kardeşlik duygusuyla candan sevmek ve onların
refah ve gelişmesini candan dilemekle birlikte, siyasal sınır
olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını tanır.
Milliyetcilik ilkesine göre, Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türk
dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ulusunun her
yönden yükselmesi düşüncesini benimseyen her birey, hangi dinden
olursa olsun Türk'tür.
Milliyetcilik ilkesini, ulusal bilincimize Kurtuluş Savaşı ile
perçinleyen güç, Türk toplumunu birbirine bağlayan en yüce bağın
ulusçu bağ olduğu inancıdır. Bu ulusçu bağın en özlü deyişi
"Ulusal Birlik Duygusu"dur.
Milliyetcilik ilkesi özet olarak: "Türk ulusunun yüksek
karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekasını,
bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik
duygusunu aralıksız olarak ve her türlü araç ve önlemlerle
besleyerek geliştirmek"tir.
Milliyetcilik ilkesi, Türk ulusunun "bütün bireylerini, kaderde,
kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde ulusal bilinç ve
ülküler çevresinde toplamak" inancıdır.
DEVRİMCİLİK
Devrimcilik ilkesi, Atatürk ilkeleri arasında devingenlik, eylem
ve atılım kavramlarını içlem ve kaplamına almış tek ilkedir.
Atatürk, Büyük Söylevinin sonunda: "Bu açıklamalarımla ulusal
yaşamı sona ermiş varsayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını
nasıl kazandığını ve bilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı
ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım,"
diye değindiği çağdaş devlet kavramıyla devrimcilik ilkesinin
şaşmaz işaretini veriyordu.
Çağdaş devleti kuran bir ulusun çağdışı niteliklerden kurtulması
gerekirdi. İşte, Türk ulusunun, çağdışı niteliklerden kurtulmak,
çağdaşlaşmak için giriştiği atılımların tümü devrimcilik
ilkesinin kapsamı içine girer.
Devrim, sözcüğünün şu ya da bu anlama geldiğini tartışmanın
devrimcilik kavramının anlamını değiştirmeye bir yararı yoktur.
Devrimcilik Atatürk'ün Türk ulusunu çağdaşlaştırmak için
giriştiği eylemlerin tümünün, tek ve değişmez amacıdır.
"Türk ulusunu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları
yıkarak, yerlerine ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre
ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır"
tümcesiyle tanımlamış olduğu devrim atılımlarını gerçekleştiren
Atatürk, "ulusu ve toplumsal ortamı hazırlamak" yöntemini
uygulamıştır.
Devrimcilik, bu ana yönteme uyarak, yalnızca çağdışı kurumları
yıkmak yerine, çağdaşlarını kurmakla yetinmemek, ulusu
çağdaşlaşmanın gerektirdiği yeni kurumlara bilimin ve uygarlığın
kılavuzluğunda çağdaş değerlere kavuşturmaktır. Bu bakımdan
devrimciliği dar anlamda yıkıp yapmak sınırları içinde düşünmek,
onun biçimsel yönünü görmekten ileri gitmeyen bir dar
görüşlülüktür.
Devrimcilik devrime konu olan eylemlerin türüne, niteliğine göre
bir atılım süreci saptamaktır. Atatürk bu süreci saptamakta eşsiz
bir başarı göstermiştir.
Devrimcilik, Atatürk ilkelerinin hemen hemen tümüyle birleşir.
Bütün ilkelerin ya neden, ya da sonuç olarak devrimcilikle
sımsıkı bir ilintisi vardır. Bu bakımdan devrimcilik, Atatürk
ilkelerinin tümünü gerçekleştirmeye, korumaya ve yaşatmaya kesin
kararlılıktır.
Devrimcilik gerçek anlamıyla "Türkiye Cumhuriyeti halkını
bütünüyle çağcıl ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplumsal
kurul (heyeti içtimaiye) durumuna vardırmaktır." Devrimcilik,
devrim atılımlarını yalnızca biçimsel yanıyla döndürüp yüce anlam
ve amacını yitirenlerle savaşmaktır. Devrimcilik, ulusun ve
ülkenin yücelmesi için sürekli çaba göstermektir. Çünkü
"devrimler başlar, ama devrimin bitişi diye bir şey yoktur.
Başlamak ve bitmemek gerek doğada, gerek toplumda devrimin,
evrimle benzer olan ortak yasasıdır."
LAİKLİK
Atatürk ilkeleri arasında devrimcilik, cumhuriyetcilik ve
uygarlıkcılık ilkeleri ile sımsıkı ilişkili olan laiklik ilkesi,
yaygın anlatımıyla din ile dünya, din ile devlet işlerinin
ayrılmasını öngören akılcı bir yöntemdir.
Laiklik, geniş anlamıyla çağdaşlaşmanın doğal bir sonucudur. Din,
bireylerin dilediği inancı taşımasıdır. Nasıl bireyleri belli bir
inanca zorlamak insan haklarına aykırı ise, devleti de belli bir
inancin buyruğu altına sokmak çağdaş devlet anlayışına aykırıdır.
Devlet yönetiminin dinsel kural ve kurumlardan ayrılması, çağdaş
Türk toplumunun yüzyıllardır beklediği bir devrim atılımıdır.
Yalnızca, basımevinin ülkeye girmesine engel olup üç yüz yıl
geciktiren dinsel otoritenin, Türk ulusunun çağdışı kalşındaki
olumsuz etkisi bile, din ile devlet işlerinin ayrılması için
yeter ve gerek bir koşuldur.
Laiklik ilkesi, kimi gerici çevrelerin yorumladıkları gibi,
dinsizlik anlamında düşünülmemelidir. Tersine her yurttaşı din ve
inancında özgür bırakan temiz ruhlu halkımızı, özellikle
köylümüzü, kutsal din duygusunu sömürerek çıkar sağlayan güçlerin
baskısından kurtaran laiklik ilkesi, toplumdaki mezhep
farklılığından ileri gelen karşıtlık ve çatışmaları da önleyen en
etkili ve olumlu bir yöntem oldu.
Laiklik, devlet yönetiminde bütün yasaların, kuralların ve
yöntemlerin, bilimsel ve teknik bulgularla çağdaş uygarlığın sağladığı
verilere ve dünya gereksinmelerine göre yapılması ve uygulanması ilkesidir.