Hacı    Bektaş-ı   Velî

[ Kaddesallahu Sırrahu’l-Aziz ]

 

 

 [ 1281 ? - 1338 ? ]

 

Gerçek ismi, Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata; lakâbı Bektaş  olan , Hacı Bektaş-ı Veli Horasan'ın Nişabûr şehrinde -bazı kaynaklara göre- 1281 senesinde doğdu. Seyyid İbrahim Sani ve Şeyh Ahmet kızı Hatem Hatun’un oğlu olarak dünyaya geldi. 1337-8 tarihinde Hakk'a yürümüştür. (Doğum ve ölüm tarihleri üzerine kaynaklarda uyumsuzluk vardır.Bu kaynakların bazıları doğum tarihini 1209 ;  vefat tarihini1270’e  kadar indirmektedir.)

Tasavvuf yolunda temel eğitimini Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi halifelerinden zahir ve batın ilimlerinde derin bilgilere sahip olan Şeyh Lokman-ı Perende’den aldı. Hacı Bektaş-ı Veli, tasavvufi eğitimi tamamlandıktan sonra bir mürşid-i kamil olarak  Anadolu'ya gönderilerek irşad ile görevlendirilmiştir.

 

Hacı Bektaş Veli, Mevlana Celaleddin Belhi/Rumi, Yunus Emre, Baba İlyas, Ahi Evren gibi bugüne kadar süren efsanevi bir şöhrete ulaşmış olan büyük sufiler ile  çağdaştır. Tarihi kaynaklarda bu dönemin ünlü sufileri arasındaki  ilişkileri mistik bir dille anlatılır. Döneme ait kaynaklardan devrin önemli şahsiyetlerine ilişkin bilgiler aktaran Aşıkpaşazade, Eflâki, Elvan Çelebi, Vasiti gibi yazarlar, eserlerinde Hacı Bektaş’a ait bilgiler de  vermişlerdir. Ölümünden çok sonraki yıllarda kayda alınan , hakkındaki rivayetleri derleyen  “Velayetname” tarihi kaynak olarak en önemli Bektaşilik klasiğidir.

 

Tarihçi Âşıkpaşazâde'nin (Ölümü:1481) 1478'de yazdığı Vekayinâmesinden, Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Menteş ile Horasan'dan gelerek, 1240 yılındaki Babai ayaklanmasının öncüsü Baba İlyas'ın yanında yerlerini aldıklarını öğreniyoruz.

 

Velayetname'de, Hacı Bektaş Veli'nin Osman Gazi'ye kılıç kuşatıp Elif Tac giydirdiği yazılı ise de, Aşıkpaşazade bu konuda açık ve kesin bir bilgi vererek, Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı Hanedanından kimse ile görüşmediğini açıkça ifade etmektedir. Aşıkpaşazade, Eflâkî ve Elvan Çelebi'nin anlatımları ile Hacı Bektaş Veli Türbesinden gelen ve Ankara Kütüphanesi’nde korunan, Giritli Derviş Ali (Resmî Ali Baba) tarafından 1176(1765)'da kopya edilmiş Velâyetnamede, Hacı Bektaş Veli'nin 606(1209/1210)'da doğduğu, 63 yıl yaşayarak 669(1270/1271)'de öldüğüne dair verilen bilgi örtüşmektedir. 1281'de, 23 yaşındayken Kayı Boyu'nun yönetimini üstlenen Osman Gazi'ye, Hacı Bektaş Veli'nin kılıç kuşatıp Elif Tac giydirmesinin, Hacı Bektaş Veli ile ilişkilendirilen Yeniçeri Ocağının kurulmasından sonra, Velayetname'ye eklenmiş olabileceğini düşündürtmektedir.

 

Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi tarafından yetiştirilip Anadolu’da görevlendirildiği iddialarına karşılık, yaşadıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda, 1166’da vefat ettiği kayıtlı olan  Ahmed Yesevi ile 1209-1271’de yaşayan Hacı Bektaş Veli'nin aynı zaman diliminde yaşamadıkları açıktır. Bilim çevrelerinde yaygın olan ve daha gerçekçi görünen kabule göre, Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik öğretisinin etkin olduğu bir ortamda yetişerek tarikat anlamında Yeseviyye yoluna mensubiyeti  söz konusudur.

 

Hacı Bektaş Veli’nin, Yesevi yolundaki tasavvufi  eğitim ve öğrenimini tamamladıktan sonra; XIII. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, barış ve huzur sembolü olan bir güvercin görünümünde Anadolu'ya getirerek bugüne kadar ulaşan  menkıbe  anlamlıdır.

 

Hacı Bektâş-ı Velî’ye en yakın zamanda yazılmış olan kaynak durumundaki Tiryâkü'l-Muhibbîn'de Ahmed-i Yesevî'ye ruhani mensûbiyeti Vâsıtî tarafından  zikredilerek  ve silsilesi  şu şekilde verilmektedir: Es-Seyyid Bektaş el-Horasânî, -Şeyh Lokman-ı Perende- , Ahmed Yesevî, Yûûsuf-ı Hemedânî, Ebû Ali Fârmedî, Ebü'l-Hasan Harakânî, Abdülkâsım Gürgânî, Ebû Osman Mağribî, Cüneyd-i Bağdâdî yolu ile Hazret-i Aliyyü’l-Murtezâ -Kerremallahu vechehu- .

 

Hacı Bektâş-ı Velî'nin daha çocukken kendisinden bir çok keramet zuhur ettiğine dair  menkıbeler vardır: Bunlardan Hacı Bektaş-ı Veli’ye “Hacı” unvanı verilmesinin gerekçesine açıklık getiren birisine göre Şeyh Lokmân-ı Perende Hacc’a gitti. Arafât'ta vakfeye durarak  kıbleye doğru yönelecekleri sırada arkasındaki cemaate dönerek  :  "Yârenler!  Bugün Arefedir. Şimdi bizim evde bayram yemeği olarak “bişi”  pişirilir." dedi. Bu söz, Allah’ın kudretiyle, anında Horasan’da bulunan Bektaş’a  mâlum oldu. Bektaş hemen bir tepsi yemeği Perende’nin Nişabur’daki evinden alarak, bir anda Arafat dağındaki  mürşidine sundu. Şeyh Lokman Perende; Hacc’dan  Nişâbûr'a dönünce, Bektaş’ın  bu kerâmetini herkese anlattı ve Hacc’ın en önemli rüknü olan Arafat’ta vakfeye katıldığı için Bektaş’a “Hacı” ünvanını verdi.

 

Hacı Bektaş Veli, Osmanlı İmparatorluğu'nda XIV. yüzyıldan itibaren, sosyal ve siyasi bakımdan büyük etkinliği olan, II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı ile birlikte kapatılan, Abdülaziz zamanında tekrar canlanan Bektaşi tarikatının piridir. Bektaşilik meşrebi; tarikat olmanın ötesinde bir yaygınlığa erişerek Anadolu’nun yanı sıra Balkanlar, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna, Kosova, Makedonya, Macaristan’dan Azerbaycan’a kadar geniş bir coğrafyada yayılmıştır. Bektaşi yarânından Gül Baba Türbesinin bulunduğu Macaristan'ın Budapeşte şehrindeki Bektaşi Ocağı Balkanlar’da Türk hakimiyetinin son noktası  olarak da kabul edilir.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin en önemli temsilcilerinden olduğu Horasan erenleri, Anadolu’da yaşayan Hıristiyan gruplarla, Türkistan’dan iki yüzyıl boyu süren göçlerle gelmiş Türkmen gruplarını, eğitim ve imar faaliyetleriyle aynı kültür potasında yoğurmuş, Anadolu’nun kültürel bütünlüğünün oluşmasında ve merkezi otoritenin oluşumunda hayati bir rol oynamışlardır. Göç yoluyla Türkistan’dan Anadolu’ya gelen bir kısım derviş dağ başlarına, kimsenin olmadığı yol kavşaklarına yerleşmiş, burada zaviyeler açmış, boş topraklar üzerine kurdukları kurumlar zamanla kültür, imar ve din merkezleri haline gelmiştir. Böylece oluşan dini cemaatlerde özümsenen edeb, çevredeki her tarafa yayılmış; ahlak, davranış, inanış kuralları standartlaşmış, bu merkezlerde üretilen bilgi ve bilim çevreye dalga dalga yayılmıştır. Bu dervişlerin köylere yerleşerek toprak işletmeleri ve eğitim ile meşgul olmaları Rumeli ve  Anadolu’da egemenliklerini genişletmekte olan Osmanlı yöneticileri tarafından da desteklenmiş, dervişlere birtakım ayrıcalıklar verilmiştir. Sonuç olarak Rumeli ve Anadolu’nun en ücra köşelerinde tasavvufi ocaklar ; zaviyeler açılmış ve buralarda  verilen yaygın halk eğitimi sayesinde ortak bir kültürel doku oluşmaya başlamıştır.

Anadolu’ya geldiğinde, bir süre Amasya’da Baba İlyas ocağında  birlikte hizmet veren Hacı Bektaş-ı Veli; daha sonra güvercin donunda Sulucakarahöyük’e Yesevi yolundan ilham alan öğreti ; inanç ve felsefesini Anadolu’da  yeşertmiştir.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelip eski ismi Sulucakarahöyük olan bugünkü Hacıbektaş’a yerleştiği 1275/80 tarihlerinde Anadolu, bir yandan Moğol istilası altında ezilirken bir yandan da büyük bir siyasi ve ekonomik buhran ile beraber taht kavgalarına da sahne oluyordu. İşte böylesi bir tarihi ortamda Sulucakarahöyük’e yerleşen Hacı Bektaş-ı Veli burada tasavvuf kaynaklı sosyal projesini geliştirir ve eğitim faaliyetine başlar. Hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi kısa bir sürede, Hıristiyanlığın Anadolu’daki en büyük dini merkezlerinden birisi durumundaki Kapadokya bölgesinde geniş halk yığınlarına ulaşmış ve benimsenmiştir.

Hacı Bektaş Veli'nin düşünce ve öğretisinin yayılması, ölümünden çok daha sonra, 14.yüzyıl başlarında kurulan tarikatının, 16.yüzyıl başlarında etkinlik kazanması ile olmuştur. Mevlevi mürşidlerinden  Eflâki’nin, Menâkıbü’l-Ârifîn adlı eserinde Hacı Bektaş-ı Veli’yi kendi Mevleviyye tarikatı önderleriyle kıyaslayarak küçümsemesi, o dönemdeki mezheb ve meşreb bağnazlığının bir göstergesidir.

 Halka doğru yolu göstermeye başlayan ve etrafında toplanmış değerli bir mürid topluluğuna sahip olan Hacı Bektaş-ı Veli ile teşekkül etmiş olan cemaati, II. Mahmud dönemine kadar tüm Osmanlı sultanları tarafından da sevildi ve hürmet gördü. Anadolu'da sosyal düzenin sağlanmasında  dînî, iktisâdî, askerî ve sosyal bir teşekkül olan "Ahîlik” örgütlenmesi de aynı bölgede şekillenmişti.

 

Bu sıralarda kuruluş devrinde olan Osmanlı Devleti’nin sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Sultan Orhan zamanında teşkil edilen “Yeniçeri Ordusu”na dua ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. Böylece Hacı Bektaş-ı Veli'yi kendilerine manevi pir olarak kabul eden Yeniçeri Ordusu, manevi hayatını ve disiplinini ona bağladı. Hacı Bektaş-ı Veli, asırlarca Yeniçeriliğin piri, üstadı ve manevi hamisi olarak bilindi. Sultan Orhan zamânında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna duâ ederek, bazı askerlerin sırtlarını sıvazlayıp işlerinde İslâm’dan ayrılmamalarını öğütledi.  Bu bağlılık ve muhabbet, Yeniçerilerin sulh zamanındaki talimleri ve harplerdeki gayret ve kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi. Bütün bunlar, halk ile Yeniçeriler arasındaki yakınlığı kuvvetlendirdi.

 

Yeniçeriler, dervişler gibi cihad azmiyle dolu ve görülmemiş derecede kahraman ve fedakar oluşlarında, bu hadiseler müsbet tesirler gösterdi. Yeniçerilerin; "Allah, Allah! İllallah! Baş uryan, sine püryan, kılıç al kan. Bu meydanda nice başlar kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan! Kulluğumuz padişaha ayan! Üçler, yediler, kırklar! Gülbang-i Muhammedi, Nûr-i Nebi, Kerem-i Ali... Pirimiz, sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli..." diyerek savaşa başlamaları, bunun manidar bir ifadesidir.

 

1338 senesinde vefat eden Hacı Bektaş-ı Veli'nin tasavvufi zikir usulünü ve sohbetlerini takip edip yoluna biat ederek tarikatına bağlananlara, tasavvuftaki usûle uyularak "Bektaşî" denildi.

 

Hacı Bektaş-ı Veli'nin Arapça yazılmış olan ve kendisine aidiyeti en sağlam kaynak eseri  durumundaki Makâlât'ın asıl nüshaları tetkîk edildiğinde, İslâm’a sıkı sıkıya ve sağlam bir şekilde bağlı, İslâm’ın zahiri şartlarına uymayan davranışlara şiddetle karşı çıkan bir velî olduğu anlaşılmaktadır.

 

Hacı Bektaş Veli'nin XIII. yüzyılda temellerini attığı düşüncelerinin ışığı; O'nun (yada O'na atfedilen) şiir ve özdeyişlerin; hakkında anlatılan söylencelerin satır aralarında bulunabilir.. Bu değerlendirmeler felsefesini insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım ve eşitlik ilkeleri üzerinde yükselttiğini göstermektedir.

 

Sonradan nefes adı verilen ve kendisine nisbet edilen bazı  şiirlerin Hacı  Bektaş-ı Veli’ye  aidiyeti tartışmalıdır.

 

Hacı Bektaş-ı Velî Türbesi'nden -sanduka- ...

*

TASAVVUFİ  BİR  NASİHATI:

“Tarikatın, tasavvuf yolunun ilk makamı, bir mürşid-i kamile can ü gönülden bağlanıp, tövbe etmektir. Tövbe, can ü gönülden olan pişmanlıktır ve mutlaka yapılmalıdır. Tövbe ederken gözyaşı dökmelidir. Tövbeyi kabul edecek Allah’dır. Tövbe ettikten sonra O'na tevekkül etmelidir. İkinci makamı, talib olmaktır. Üçüncü makamı, mücahede, nefse zor gelen, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Dördüncü makamı, Pir’e hizmettir. Beşinci makamı, korkudur. Altıncı makamı, ümitli olmaktır. Yedinci makamı, şevktir ve fakirliktir.

Marifetin birinci makamı edep, ikinci makamı, korkudur. Üçüncü makamı, az yemektir. Dördüncü makamı, sabır ve kanattır. Beşinci bakamı, utanmaktır. Altıncı makamı, cömertliktir. Yedinci makamı, ilimdir. Sekizinci makamı, marifettir. Dokuzuncu makamı, kendi nefsini bilmektir."

 

DERGÂHININ  YAPIMINA  İLİŞKİN BİR  RİVAYET :

Hacı Bektaş-ı Veli, her gün gelip, şimdiki dergahının bulunduğu yere otururdu. Onu sevenler; "Galiba Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri burada bir dergah bina edilmesini istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor" dediler. Daha sonra Hacı Bektaş-ı Veli'nin hizmetini gören Sarı İsmail'e, Hacı Bektaş'ı sevenlerden biri, buraya bir dergah yaptırmaya niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmail de, gelip durumu hocasına arz etti. Hacı Bektaş-ı Veli; "Ona söyle. Bir usta getirsin. Biz istediğimiz büyüklükte bir daire çizelim. Ayrıca yeteri kadar taş getirtip, yonttursun, hazır etsin." dedi.

Sarı İsmail, bu durumu o şahsa bildirince, çok sevindi ve hemen bir mimar getirdi. Hacı Bektaş-ı Veli de kalkıp, mübarek eliyle şimdiki dergahın bulunduğu yeri çizdi. O mimar da, dergahın inşası için yetecek kadar taş getirtip yontturdu. Taşların yontulma işinin bittiği gecenin sabahı, herkes, dergahın yapılmış olduğunu gördü. Dergahı yaptıracak kimse, derhal Sarı İsmail'in yanına gelip; "Ben bu binanın yaptırılması için usta getirdim, taş getirdim ve yaptırma sevabına kavuşmak istedim. Fakat her kimse bir gecede yaptırmış." diyerek üzüntülerini belirtti. Sarı İsmail, durumu derhal hocası Hacı Bektaş-ı Veli'ye bildirdi. Bunun üzerine Hacı Bektaş-ı Veli; "Ey İsmail! O beni sevene söyle, bu dergahı zahirden birisi gelip yaptırmadı. Allah’ın izni ile bir anda yapıldı. Sevabı yine onun amel defterine yazılmıştır." dedi. İsmail durumu derhal o kimseye bildirdi. O zat da Allah’a şükür secdesi yaptı.

 

TÜRBESİ:

 Hacı Bektaş-ı Veli’nin kabri Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesindeki Hacı Bektaş Veli Külliyesi’nin içinde yer alan türbededir. Türbeye küçükten büyüğe doğru sıralanmış yedi kapıdan girilir.  Türbenin düzenlemesi tasavvufidir. Makamın yedi metre aşağıda olması verilebilecek zararlara karşı önlem almak isteğinden doğmuştur. Lahit üç tabakadan oluşmaktadır. Bunlar yasemin ağaçları, kurşun tabakası ve horasan harcıdır. Türbe’yi Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hak’ka yürümesinden sonra Orhan Gazi yaptırmıştır.  Külliyenin bugünkü durumu II. Bayezid devrinde yapılan mimari  düzenlemeyi yansıtır. Çeşitli yüzyıllara ait kök boyalı yazılar ve desenler ile tezyin  edilmiş  olan türbenin tavanı ise orijinalitesini korumaktadır.

 

Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı, Allah’a inanan ve sevginin en büyük değer olduğunu kabul eden Anadolu insanı  için tarih boyunca önemli bir ziyaretgah olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Sivas’tan Ankara’ya giderken 22 Aralık 1919 tarihinde  Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı’nı ziyaret etmişlerdir.

 

Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te geçiren Hacı Bektaş Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır. Türbesinin bulunduğu kasabanın adı sonradan Hacıbektaş olarak değiştirilerek  T.C. döneminde Nevşehir iline bağlı bir ilçe statüsü  verildi.

 

 

Dergâhın genel görünümü...

* * *