Ağlamak

İbrahim Aleyhisselâmın Ezeldeki Nezri

Namazlarda Rekat Tahsisi

Alemin Bozukluğunun Sebebi

İhlâs Sûresini Çok Okumak

Namazlar ve İkindi Vaktindeki Esrâr-ı İlâhî

Amelsizlerin Düşmanlığı

İlim ve İbadet

Nefs ve Râbıta

Asıl Muhtaç Olan Bizleriz

İmamlık

Neme Lazımcılık

Aslolan Gaybe İnanmaktır

İman Bahtiyarlığı ve Emanetler

Niçin Kitap Yazmadım?

Atomun Keşfi ile Çözülen Sır

İnsana Verilen Yedi Anahtar

Okumada Gaye ve Zâhirî İlimler

Bir Âyet-i Kerîme Meâli ve Tasavvufî Mânâsı

İnsanın Letaifi

„On Dört“ Kemâl Adettir

Bir Üniversite Talebesine Nasihatler

İrâde-i Cüz'iyye

„Rızka Değil, Razzâk'a Bağlanın“

Bizim Vazifemiz Aşı Yapmaktır

İstanbul Efendisi

Ru'yetin Hakikati Nedir?

„Biz Onu Çoban Abdullah'a Verdik“

Îtikâf Sünnet-i Kifâyedir

Rü'yâ Bahsi

Bu Dünyanın En Bahtiyar İnsanları

Ka'be-i Muazzama ve Beytü'l-İzze

Sıhhat ve Sıhhate İ'tinâ Vazifesi

Büyüklerin Ölümü

Kaç Çeşit Yakîn Vardır?

Sihri Gidermek İçin...

Cimrileri Cömertliğe Alıştırmak

Kâinatla Alâkalı Bazı Bilgiler

Şefaat Nedir?

Çayın Faideleri

Kerâmet

Şehâdetten Büyük Bayram Olur mu?

Din İlminde İhmal

Kıyâmet Yakındır

Şehitlerin Temennîleri

Din ve Dünya Menfeati

Kiracı ve Oturduğu Ev

Şerî'at-Tarîkat-Hakîkat

Duâda Dikkat Edilmesi Gereken Bir Husus

Korku

Tefrika

Dünya Malı

Kurban Büyük Bir İmtihandır

Tek Hedef

Emir Vermek

Kurbanın Maddî ve Mânevî Faydaları

Trafik Kazâları ve Âyetü'l-Kürsî'nin Esrârı

„Ene'l-Hak“ Sözü

Kurban Keserken

Ünvanınız

Esmâü'l-Husnâ'dan „Tevvâb“ İsm-i Şerîfi

Kurbanlar da Şehittir

Vahdet-i Vücud

„Fatiha-i Şerîfe'ye Nasıl Mânâ Verdin?“

Lafza-i Celâl İsm-i A'zam'dır

„Vakıfta Dâvâcı, Resûlullah (s.a.v.)'ın Vârisidir“

Gâye Rızâ-i İlâhîdir

Mahşer Halkı Gıpta Eder

Varlığında En Ucuz, Yokluğunda En Aziz Olan Şey

Günahlardan Kaçınmak Sıddîkların Kârıdır

Mehdi

Yemekte Niyet

Hakiki Mürşid

Mu'cize-i Haberiye

Yeryüzü Yuvarlaktır, Cennet de Öyle...

Haset

Mürid Olmanın Şartları

Yunus Emre

Hatm-i Hâcegân

Müslüman Cesur Olmalı

... Diğer Sözler

Her Şeyi Takdir Eden de Yol Gösteren de O'dur

Namaz ile İstimdât Sünnettir

sürekli genişletilmekte... Bekleyin!


Ağlamak

„Bir şahsın, ism-i Mevlâ zikredildiği vakit yüzünü yerlere sürmesi, gözlerinden yaşlar akıtması iyi değildir. Onun bu hâli, nefsinin harûn edilmiş olduğuna (inatçılığına ve huysuzluğuna, doğru gitmediğine), yahut gizli bir sûrette vücût ve enâiyetle helâk kılındığına delildir.

Eğer bu hâl ve tavır lâzım ise, onu cevf-i leylde (gecenin ortasında) karanlık ve yalnız bir mekanda, Allâh'tan mâada hiç bir ferdin huzur ve ıttılâı bulunmayan yerde yapmak muvâfıktır. Böyle bir şahsın etvâr-ı mezkûresini istihsan (anlatılan bu tavırlarını güzel görmek), büyük günah ve vebâl teşkil eder. Bu gibi ahvâle şâhid olmaktan kaçınınız, hazer ediniz (sakınınız)!“


Alemin Bozukluğunun Sebebi

„Biz iyi olursak her şey iyi olur.“


Amelsizlerin Düşmanlığı

„Amelsiz ilimde hayır olmadığından ehl-i ihlâsa hasedleri sebebiyle hasım olurlar. İlimleri Kur'an ilmi, güzeldir; lâkin amel etmediklerinden fayda yerine zarar verir. Cehenneme götürür. Ve aleyhinde şehadet eder. Ehl-i ihlâsa muhalefetleri, feyz-i ilâhiden mahrum ve nefs-i emmâreye mağlubiyetlerindendir. Böyleleri dokuz hac yapsa, Rasûlullah dokuz defa kovar. Ve:

- Ümmetin irşadı için dokuz kuruş vermez, bu yolda dokuz bin harcarsın. Defol, sana farz olan şey, cehennem yolunu tutmuş olan efrad-ı ümmeti kurtarmaya çalışmaktır. Cephe bozulmuş, cihad umûma vacib olmuş. İlim tahsili farz-ı kifâye iken, bir miktar âlim kâfi idi. Şimdi düşman evimize kadar hulûl etmiş, bütün aile ferdlerini ifsad etmekte, hak yoldan sapıtmakta. İlmî cihadın farziyet ve zarûretini anlamak lâzım. Çoluk çocuğu başıboş bırakarak ateşe terkedip de buralara gelmek, rızâ-i ilâhiye muvafık değildir, diye Rasûlullah (sall'allâhü aleyhi ve sellem) kovar.“


Asıl Muhtaç Olan Bizleriz

„Salevât-ı şerîfenin semerâtına (meyvelerine, onlardan hâsıl olacak dünyevî ve uhrevî mükâfata) asıl muhtaç olan bizleriz.“

„Resûlullah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, «Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik» (Sûre-i Enbiyâ, 107) âyetinin sırrına sahip olmakla, onun hazînesi zâten rahmet-i İlâhiye ile doludur. Getirilen salevât-ı şerîfeler, o dolu hazînenin taşmasına vesîle olur da bir çok hayır ve bereket olarak tekrar sahibine (yani salevâtı okuyana) avdet eder.“


Aslolan Gaybe İnanmaktır

«Rabbimin (onları îmâna mecbur edecek) bazı âyetleri (işâret-eser ve alâmetleri) geldiği gün, önceden inanmamış... olan kimseye, (o günkü) îmânı bir fayda vermez...» (Sûre-i En'âm, 158)

„Kâfirler birinci kat semâyı keşfettikleri zaman, orada vahyin indiği yeri ve âyât-ı beyyinât ile berâber verilen bâzı emâreleri müşâhede ederler. Dünyaya gelip o hakîkatleri bütün insanlara haber verdiklerinde herkes:

- "Lâ ilâhe illallah" diyerek îmâna gelir.

Lâkin hiç birinin îmânı kabul olmaz. Çünkü îmânın şartı gaybe îmân etmektir.

Bu dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise, oradan birinci kat semâya da o kadar mesafe vardır. Fenciler, henüz birinci kat semâyı keşfedemediler. Ne zaman bu Türkiye'nin büyüklüğü kadar bir ayna yaparlarsa, belki o zaman birinci kat semâyı öğrenebilirler. Bâtıl bir nazariye olan, "fezâ-yı nâ mütenâhî" iddiâlarının ne kadar yanlış olduğunu gözleriyle görürler.”


Atomun Keşfi ile Çözülen Sır

«Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin; lâkin, siz onların tesbîhini anlamazsınız.» (Sûre-i Esrâ, 44)

"Tesbîhât" Zât-ı İlâhî'ye, "hamd" ise Sıfât-ı İlâhiye'ye mahsustur.

Bütün latâifte envâr-ı İlâhiyye'nin zuhûru ile eşyânın tesbîhini hakikatte duymak mümkündür.

Zerrât-ı kâinat içinde hiçbir zerre yoktur ki, müteharrik olmasın... Atomun keşfi bu âyet-i celiledeki sırrı çözmüştür.“


Bir Âyet-i Kerîme Meâli ve Tasavvufî Mânâsı

«O (Kur'ân)'a, (hadeslerden yani her türlü abdestsizlikten) tam bir sûrette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez, (sürmesin).» (Sûre-i Vâkıa, 79)

„Bu âyet-i celîlenin tasavvufî mânâsı: O, (yani kalbini ve kalıbını tathîr ile tenvîr etmeyen) Kur'ân'ın esrârına vâkıf olamaz, onun hakîki mânâsını anlayamaz. Ancak kalbini nûr ile dolduran ve latâifini pırıl-pırıl parlatan kimseler onun sırrına mazhar olabilir, demektir.

«(O Kur'ân-ı Kerim) kıymetli, sevgili, (Allah Teâlâ'ya itaatkâr), takvâ sahibi kâtiplerin elleriyle (yazılmıştır).» (Sûre-i Abese, 15-16)

Bizim Kur'ân'ımız; hiçbir şekilde maddî ve mânevî kir isâbet etmemiş "sefere, kirâmim berare" elleriyle Levh-i Mahfûz'dan istinşah olunmuş "Suhuf-i mutahare"dir. Mükerrem âyetlerden ve el üstünde tutulan şerefli sâhifelerden ibârettir. Bu güne kadar hiç bir habîs el ona değmemiştir. Mücrimlerin elinde Kur'ân durmaz.“


Bir Üniversite Talebesine Nasihatleri

1. Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol.

Evladım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan "söz" olur ve seni cennete götürür, tutmazsan "köz" olur.

Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.

2. İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol, zira en halis ziynet alçakgönüllülüktür. Mütevazi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır.

Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah'ın huzuruna fesatla çıkılmaz.

Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha "bugün git yarın gel" deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır.

Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.

İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. "Ben niye onun yerinde olmayayım" deme, elindekinden de olursun. "Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin" diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.

Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.

3. Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz "Çalışmak ibadettir" buyuruyor. Evladım, alınteri olmadan hiçbirşeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsülünü al, komşuna ver, ağaç dik... Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil âbide dikeceğiz.

Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır.

Bursa'da Osman Gazi'nin ve Orhan Gazi'nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.

Ben reklam sevmiyorum, kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatih ve Bazayıt Camii yanında birer tane çınar ağacım var.

4. Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından (dolayı) hiçbirşey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.

Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik yapmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver...

5. Günde en az iki kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en "içten geleni" de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, "Ey Allah'ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.

Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir...“


Bizim Vazifemiz Aşı Yapmaktır

„Bizim vazifemiz aşı yapmaktır. Zorla ağaç meyve vermediği gibi insan da zorla irşâd olmaz. Zorla yapılan iş semere vermez. Aşı ise iki kısımdır.

  1. Nûr,
  2. Zulmet.

Zulmetin aşısıyla meşgul olanlar çok. Neticesi vahim olan bu işle başlarına bela bulanlar, sayılara sığmıyor. Biz nûr aşısıyla meşgûlüz. Ağacı, güzel meyve vermeye zorlayıp sopa ve balta ile vurulsa, altına ateş yakarak tehdit edilse, bozuk meyvelerini iyi yap, iyi çıkar, tenbih ve tehdidinde bulunulsa, hiç kâr etmez. Ancak aşılamak suretiyle meyvesi değişip, menfaat hasıl olur.“



„Biz Onu Çoban Abdullah'a Verdik“

Bâyezîd-i Bestâmî (kuddise sırruh) hazretlerinden, birisi kerâmet talebinde bulundu. Hazret-i Şeyh:

- Biz onu çoban Abdullah'a verdik. Git, sana göstersin, dedi ve gönderdi.

O adam, kerâmet talebiyle çobanın yanına geldiğinde, elindeki çomağı kırıp, sağına-soluna diken çoban, çomaklardan zuhûra gelen üzümleri göstererek:

- Şu sağımdaki beyaz üzüm benim amelim... Şu solumdaki siyah üzüm de senin amelinin iktizâsıdır, dedi.

Sonra adam, sürü etrafında dolaşan ve koyunlara ziyan vermeyen kurtlara bakarak:

- Kurtla koyun ne zaman barıştı? diye sorunca, Abdullâh-i Râî hazretleri şu düşündürücü cevabı vermiştir:

- Allah ile çobanın barıştığı zaman...


Bu Dünyanın En Bahtiyar İnsanları

„Sizi tebrik ederim çocuklar. Akranlarınız şehvete esir olup nefis ve heva peşinde başıboş dolaşırken, sizler Hazret-i Mevla'nın zatının nuru ile alakadar ve sıfatının eseri olan ilm-i Kur'an ile meşgul oluyorsunuz. Burada öğrendiklerinizle ümmet-i Muhammed'in evladını bataklıktan kurtarmağa hazırlanıyorsunuz. Bu ne yüce bir vazifedir... Yemin ederim çocuklar, sizler bu dünyanın en bahtiyar insanları ve hatemi's-saade bahçesinin fidanlarısınız. Hepiniz ümmet-i Muhammed'e yadigar olsun.“


Büyüklerin Ölümü

„Âriflerin ölümüne üzülmeyin o gâfillerin gözünden kaybolmak içindir.

Gâfil olmamaya gayret edin. Vazifede gevşek olanların kulakları Âlem-i emir'den çekilir.

Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevâta da ölü denmez.

Yılanın gömlek bıraktığı gibi, asıl olan cesed değil ruhtur.“


Cimrileri Cömertliğe Alıştırmak

„İnsanın sahâvet (cömertlik) damarlarında tutukluk vardır. Onun açılması için; vereceğimiz zekât, fitre ve benzeri hayırları bahîl (cimri) olan kimselere teslim ederek;

- "Şunu filan müesseseye yahut filan kimseye veriver" derseniz, o da vermeye alışır.

Bu suretle hem sizin verdiğiniz makbul olur, hem de vermeye teşvik ettiğiniz için ecir alırsınız.

Bir adam, kendi cimri olduğu halde, hem teşvik istemez, hem de gayrın ihsânına tahammül edemezse, o zaman doğrudan cennete giremez.

Kendi yapmıyor, lâkin teşvik ediyorsa, o kimse müstesnâdır.“


Çayın Faideleri

„Çayın beş faidesi vardır.

  1. Hazmı kolaylaştırır,
  2. Harareti teskin eder,
  3. Bedeni dinlendirir,
  4. Uykuyu izale eder,
  5. Kardeşler arasına muhabbeti getirir.“

Din İlminde İhmal

„Hiçbir zaman, his ve tecrübeden ibaret olan ulûm-i müsbeteyi, ulûm-i ilâhî üzerine tercih etmeyin. Sizler, Allah'ın memuru, peygamberin memuru, din-i mübinin memuru, kitabullahın memuru, füyüzât-ı ilâhîyi tevzi memurlarısınız.

Allah'ın zâtını, sıfâtını, peygamberin sünnetlerini, dînin, şer'i şerifin hükümlerini, Allah'ın kitabını bilmeyenlere kitabullahı öğretip, kalblerine feyz-i ilâhî aşılamakla memursunuz. Vazifeniz, batağa düşmüş olan ümmeti bataktan kurtarmak. Gâye rızâ-i ilâhîdir. Buraya kadar getirdiğimiz emaneti ve kıyamete kadar devam edecek olan ulûm-i ilâhînin devamı, sizlerin uhdesindedir. Bu işi ihmal edip vazife yapmayanların, kıyamet günü on parmağım yakasında olacak.

Rütbesi yüce olan bu işin, mes'uliyeti de büyüktür.

Şimdi üç kişi olduğuna bakmayın; yarın 30, daha sonra yüzbinler olacak. Bu asırda ilim bizim elimizden intişar edecek. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın takdiri, peygamberân-ı izâm ve evliyâ-i kirâmın kararlarıdır.“


Din ve Dünya Menfeati

„Dîni dünyaya âlet eden hocalar, halkı kendilerinden soğuttu. Bir şey alır da para vermez diye, esnaf bunlara yüz vermez ve kaçar hâle geldi. Siz öyle olmayın. Maddeyi mâneviyata karıştırmayın. Din hizmetleri sadece Allah rızası için yapılır.“


Duâda Dikkat Edilmesi Gereken Bir Husus

„Büyükler, "Yâ Rabbî, bizi tahammül edemeyeceğimiz imtihana tâbi tutma" diye duâ ederler de, "Bizi imtihana sokma" demezler. Zira imtihanda terfî-i derece var. Siz, "Yâ Rabbî, ben imtihan ehli değilim, beni imtihan etme, Habîbin iltimâsı ile, bizi bu âlemden imtihansız olarak göçür" diye dua edersiniz. "Allah imtihan ediyor" gibi sözleri aslâ konuşmamalı. Zira kim imtihan verebilir?“


Dünya Malı

„İnsan göşge peşinde koşmaz. Dünya gölge gibidir. Nasıl güneşe karşı gidilse, gölge seni takip eder, peşini bırakmazsa; güneşe arka çevirirsen, gölge öne düşer, ne kadar koşsanyetişip yakalamak kaabil olmaz. Hakka dönüp (gölge misâli dünyayı) kendine tâbi kılmalı...“


Emir Vermek

„Emir vermeye alışmayın. Ben vâlidenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün rûhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir. Misâl: "Benim oğlum sigara içmez değil mi?" gibi.“


„Ene'l-Hak“ Sözü

„Hallâc- Mansur'un "Ene'l-Hak" demesi "Ben hakkım" demek değil, "Ene ale'l-Hak: Ben hak üzereyim" mânâsındadır. Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifte te'vilât yapıyoruz da evliyaullahın sözünü neden hüsn-ü te'vil etmiyoruz?“


Esmâü'l-Husnâ'dan „Tevvâb“ İsm-i Şerîfi

„Âyet-i kerîmede, «Ondan (Allah'tan) mağfiret dile. Muhakkak ki o, tevvâbdır (tevbeleri çok kabul edendir)» (Sûre-i Nasr, 3) buyuruluyor.

"Tevvâb", Hazret-i Mevlâ'nın sıfatıdır... Tâiblerin tevbelerini kabul buyurucu ve azâbından rahmetine dönücü mânâsınadır. "Tâib", (tevbe eden) kulun sıfatıdır. Zâhiren ve bâtınen isyandan ibâdete rücu' edici demektir. Bu itibarla mü'minler iki kısımdır.

Biri, tâiblerdir ki bunlar ehl-i cennettir. Diğeri, gayr-i tâiblerdir (tevbe etmeyenler) ki, onlar meşiyyet-i ilâhîdedirler. [Yani, Cenâb-ı Hakk dilerse azâb eder, dilerse cennetine koyar.]

Bu âyet-i celîlede Resûlullah Efendimiz'e «ve's-tağfirhü» (buyurularak) istiğfarla emir, emr-i imtina'dır; çünkü, Fahr-i Kâinat Efendimiz'den günah sâdır olmamıştır ve olmaz. Öyleyse mağfiretten murâd, ümmetidir; «ümmetin için mağfiret talep et» demektir.“


„Fatiha-i Şerîfe'ye Nasıl Mânâ Verdin?“

Halîfe Hârun Reşid'in kapıcısı, tefsir hazırlayıp halîfeden ihsan almak için gelen şahsa;

- Fâtiha-i Şerîf'e nasıl mânâ verdin? demiş.

Bu sual üzerine adam hemen uyanmış ve utanarak dönüp gitmiş.

Yani kapıcı, "Ara sıra halîfeden de yardım talep ederim, diye mi mânâ verdin?" demek istemiş. Halbuki Fâtiha-i Şerîfe'de, "Yalnız senden yardım talep ederim" deniliyor.“


Gâye Rızâ-i İlâhîdir

„Şöyle düşünmeli:

"Yâ Rabbî, âciz kulunu Ümmet-i Muhammed'e hizmet etmeye muktedir kıl."

Eğer, "Yâ Rabbî, bana ilim ihsân et" derse, şahsî menfaate taalluk edeceğinden, rıza-i İlâhî'ye muvâfık olmaz. Zira her ilim sahibi bu ümmete hizmet etmiş değildir ve edemez. Bu itibarla da, rızâ-i Bârî'yi bulamaz. İlim ve cennet istemek, menfaat-i şahsiyedir. Gâye, rızâ-i Bârî olacak.“


Günahlardan Kaçınmak Sıddîkların Kârıdır

„Bir azîz, "Hayrı, sâlih kimseler de fâcir kimseler de işleyebilir. Lâkin, günahlardan çekinmek sıddîkların kârıdır" demiş. Bu yolda da, kötülüklerden kaçınmak, emirleri edâ etmekten daha ziyade terakkîye sebeptir.“


Hakiki Mürşid

„Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişiler de, gösterişli zâhir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu sûretle kendilerine tâbi olmak, mânevî feyzinden her hususta istifâde etmek câiz ve sahih olur. Şöhreti arşa çıksa, hakîki mürşidin misâli, meyvesidir.“


Haset

„Nefsin kuvvetli hastalıklarından biri hased olduğu gibi, şeytanın kuvvetli tasarruflarından biri de vesvesedir. Kur'an-ı Kerim'in, tertibinde hased ve vesvese ile nihayet bulması, bu işin ehemmiyetine işaret eder. Habis nefsin bütün arzuları menfaat olup, emel ve arzuların tavanı yoktur. Menfaatperest insanlar, nefsin köleleridir.

İmam-ı Rabbanî evlatları ise, şöyle düşünür: Herkes müslüman olsun, Hak yolunu bulsun. Bizden evvel cennete girsin. Zengin ve âlim olsun. Bizler de Hak yoluna hâdim olalım (hizmet edelim), derler.“


Hatm-i Hâcegân

„Hatm-i Hacegân, Nakşî tarikatının büyük rükunlarından olup Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hızır (a.s.) tarafından Hace Abdulhâlik Gucdüvanî Hazretleri'ne talim buyurulmuş olup bu zât tarafından vaz' ve te'sis kılınmış bir rükundur. Bu tarikatta Hace Abdulhâlik Hazretleri'nin zamanından itibaren bu rükun icra olmuş ve esbab-ı vusulün en mühimi olarak addedilmiştir.

Hatm-i Hacegân aslen ve fer'an kitab ve sünnetten çıkarılmıştır. Zira burada yapılan işler; Allah-ü Teâlâ'ya istiğfar, niyaz, Resulullah'a selat u selâm, tahmid ve Tevhid-i Hüda'dan, tilavet-i Kur'an-ı azimü'ş-şândan ibarettir. Bunları yerine getirmek ise teklifât, me'murât-ı ilahiye ve nebeviyyedir.

Binaenaleyh Hatm-i Hacegan, bid'at ve sonradan uydurulan bir şey olmayıp kitap ve sünnetin ahkam-ı ameliyesinden olup tarikatın büyük bir rüknüdür.“


Her Şeyi Takdir Eden de Yol Gösteren de O'dur

„Cenâb-ı Mevlâ'yı zü'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri, Kur'ân-ı Kerîm'de, bizlere zâtını anlatırken, «O, takdir eden ve yol gösterendir.» (Sûre-i A'lâ, 1-3) buyuruyor.“

Abdülvehhâb-i Şa'rânî hazretleri, Nil kenarında bu ayet-i celilenin tefsirini yazmak için düşünürken bakmış ki, bir zehirli böcek sür'atle Nil'e doğru gidiyor. Arkasını tâkip etmiş. Böcek, su üzerindeki kaplumbağanın sırtına binip karşı tarafa geçmiş. Sonra öteden koşup gelen bir yılanın boynuna atlayıp onu sokmuş. Yılan çaresiz çabalanırken oradaki ağacın altında yatmakta olan adam uyanmış. O sırada yılan da ölmüş. Dehşet ve hayret içinde kalan o adam, Şa'rânî Hazretleri hâdiseyi nakledince, Mevla'ya karşı vazifesinde kusurlu olduğunu itiraf etmiş. Şa'rânî Hazretleri de Allâhü zû'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri'nin nasıl takdir edip de hidâyet ettiğini gördükten sonra tekrar düşünüp, "Vallâhi ente kadderte ve hedeyte" (Vallâhi, sen takdir ettin ve sen yol gösterdin) deyip tefsirini yazmaya başlamış.“

Bu âyet-i kerîmenin tefsirinde, Fahreddîn-i Râzî hazretleri şu açıklamada bulunuyor:

„Âyetteki "kaddera" kelimesi, hem zâtları hem de sıfatları açısından bütün mahlûkâtı içine alıp her birinin kendilerine göre olduklarını ifâde eder. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk, gökleri, yıldızları, dört ana unsuru, madenleri, bitkileri, hayvanları ve insanları, belli bir yapıda, kütlede, cüssede ve büyüklükte takdir etmiştir. Yine her birisi için, bilinen bir müddet bekâ tayin etmiş; çeşitli sıfatlar, renkler, tadlar, kokular, yükseklikler, alçaklıklar, güzellikler, çirkinlikler, saâdetler, şakâvetler, hidâyetler ve dalâletler gibi şeyler takdir etmiştir. Nitekim bir başka âyet-i celîlede, «Her şeyin bizim nezdimizde hazîneleri vardır ve biz her şeyi, belli bir ölçü (miktar) ile indiririz.» (Sûre-i Hicr, 21) buyurmuştur.“


İbrahim Aleyhisselâmın Ezeldeki Nezri

İbrahim aleyhisselâm, oğlu Hz. İsmâil'i kurban etmek gibi büyük bir imtihana tâbi tutulmuştur. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Fütûhât'ında ve daha birçok ekâbir küşûfât-ı sahîhalarında, bu imtihanı şöyle îzah etmişlerdir:

İbrahim aleyhisselâm, tâ âlem-i ezelde, kendisine bir evlat verildiği takdirde, onu rızâ-yı İlâhî için kurban edeceğini nezr etmiş. Bu nezrini âlem-i dünyada tekrarladıktan sonra aradan geçen zaman içinde unutmuş. Hazret-i Mevlâ da kendisini rüyâ vâsıtasıyla îkaz buyurunca, oğlu İsmâil'e hitâben;

«- Ey yavrum! dedi. Ben rüyâmda görüyorum ki, seni kesiyorum. Bak artık, sen ne dersin?

Oğlu İsmâil de;

- Ey babacığım, ne emrolundunsa yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın, dedi.» (Sûre-i Sâffât, 102)

«Muhakkak ki bu, açık bir belâ ve parlak bir imtihandır.» (Sûre-i Sâffât, 106)

Ey 20. asrın insanları!

Vahşet devri diye vasıflandırılan o asırlarda, bakınız itâat-ı İlâhîde olan mü'minler ne kadar medenî imişler. Şimdi böyle bir baba ve böyle bir oğulu nerede bulabilirsiniz?“


İhlâs Sûresini Çok Okumak

„Her gün hakk-ı Kur'ân (Kur'ân-ı Kerim'in günlük hakkı) 200 âyettir; elli İhlâs-ı Şerif okunursa, Kur'ân-ı Kerim'in hakkı ödenmiş olur. Buna riâyet eden, bu vesîle ile dünyada hiç bir sıkıntı görmez, rızkı da geniş olur.“


İlim ve İbadet

„Oğlum, ilimsiz ibâdetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevlâ'nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âlî bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah ve Rasûlune yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise âhireti kazanamaz. Zira âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölge de beraber gider. Âhirette ne varsa, dünyada onun misâli vardır. Eğer olmasa âhiret yalan olur. Dünyada ne varsa, âhirette onun misâli vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da ahiretin.“


İmamlık

„Fâsık ve fâcirin fıskı, itikadda değil de amelde ise, imâmeti câizdir, zira mihrabın kerâmetiyle, günahları üzerinden alınır. Tekrar günah işlemedikçe iâde edilmez. Eğer tekrar işlerse, merkebin semeri gibi diğer günahları ile birlikte bindirilir.

Fıskı, itikadda ise imâmeti câiz olmaz. Bozuk makineden düzgün kumaş çıkmaz.“


İman Bahtiyarlığı ve Emanetler

„Yemin ederim, çocuklar, bu dünyanın en bahtiyar insanlarısınız. Daha size bazı şeyleri vermeyecektim. Amma benimle kara topraklara gitmesinler diye veriyorum. Bu civardan geçen bütün aktâb-ı kirâm, üzerlerindeki emânetleri, bugünün merkezine bırakmadan geçmediler. Çünkü geleceği biliyorlardı.“


İnsana Verilen Yedi Anahtar

„İbn-i Mes'ûd (radıy'allâhu anh)'tan rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte beyan olunur ki:

"Kur'ân-ı Kerim 7 kapıdan nâzil olmuştur."

İnsanlara da 7 anahtar verilmiştir.

Kalbi nûr ile dolan kimseye bir kapı açılır. Kur'ân'ın bir türlü mânâsını vermeğe vâkıf olur.

Rûhu nurlanan kimseye, diğer bir kapı açılır ve başka bir mânâ vermeğe muktedir olur.

İşte bu latâif-i seb'anın (yedi latîfenin) hepsini nûr ile dolduran kimseye 7 kapı açılmış olur ki, her biriyle bir başka esrâra vâkıf olur.


İnsanın Letaifi

„İnsan on latifeden mürekkeptir. Bu letaifin beşi âlem-i emirden, beşi âlem-i halkdandır. Âlem-i emirden olan beş latife; Kalp, ruh, sır, hafi, ahfadır. Bunların usûlu (asılları) arş-ı mecidin fevkîndedir (üstündedir). Cevahir-i mücerrede olan işbu usûlün (asılların) Kudret-i ilahiye ile âlem-i imkânda cesed-i insanın (insan cesedinin) mevazi-i müteaddidesine taallukları vardır ki, o mevazi-i latifenin (latifelerin yerleri) ehline malum olan mahalleridir.

Yukarıda bahsedilen letaifden sadece latife-i kalbin üzerindeki lafza-i celâl yazılarını sâlik, rabıta esnasında görebilir. Diğer letaifteki lafza-i celâl yazılarını, bu letaifin envarı, latife-i kalbe nisbetle daha keşif olduğundan sâlik göremez.

İnsan vücudunda herbirinin ayrı bir mahalli bulunan bu latifeler, zikir haline yükselip tevhid durumuna gelince, ruh yaratılışı gereği olan marifete ererek (seyr-i sülûkunu tamamlayarak) Hakka'l-Yakîn mertebesine yükselir.“


İrâde-i Cüz'iyye

„Ezelde Ahmed Cennetlik, Mehmed Cehennemlik diye zât ve şahıs üzerine bir hüküm yoktur. Ancak elbiseler biçilmiş; (iman elbisesi, itâat elbisesi, nur elbisesi) şu elbiseleri giyenler Cennetlik denilmiş; ayrıca küfür, isyan, zulmet elbiseleri biçilmiş, bunları giyenler de Cehennemliktir denilmiştir. Kul, irâde-i cüz'iyyesiyle bu elbiseleri seçmekte tamâmen serbest bırakılmıştır. Binâenaleyh, insan irâde-i cüz'iyyesiyle bunlardan hangisini seçer ve giyerse oraya gider.“


İstanbul Efendisi

„Benim evlatlarım, çarıklarını sürüye sürüye gelirler, birer İstanbul efendisi olarak dönerler.“

„Şimdiye kadar müslümanları hakir görmüşler; üstü başı pejmürde, kirli, paslı insanlar olarak millete tanıtmaya çalışmışlardır. Benim evladlarım tertemiz giyinip gezecekler, yolda, sokakta yürürken gayet vakûr bir şekilde ilerleyecekler. Müslümanlığın şahsiyetini, bu millete tanıtacaklar, onu hakkı ile temsil edeceklerdir.“


Îtikâf Sünnet-i Kifâyedir

Îtikâf, sünnet-i kifâyedir. Bir memlekette yapılmazsa, felâket-i umûmiye zuhûr eder! Belâyı def etmek için, muhakkak yapılmalı... Bu, müftilerin vazifesidir. Yapılmadığı takdirde başlıca mes'ûlü, müftilerdir.

Mutlak i'tikâf, on gündür. Gayr-i mukayyet olarak yapılan niyet, kemâle masruftur. (On günden aşağı olamaz.) Niyet, mukayyet olursa, kaydettiği gün kadar durur.

Mescidlerde dünya kelâmı helâl olmadığına göre, girerken, "Neveytü'l-î'tikâfe hattâ en ahruce" diyerek içeri girmeli... O zaman konuşulan sözler haram olmaktan çıkar. Fakat, "en ahruce" diye kayıtlamazsa, on gün durmak îcap eder.

Evde yalnız kadınlar î'tikâf edebilirler.“


Ka'be-i Muazzama ve Beytü'l-İzze

„Bu dünyada sekaleyn (insanlar ve cinnîler)'in kıblesi Ka'be-i Muazzama, melâike-i kirâmın kıblesı de Beytü'l-İzze'dir. Beytü'l-İzze muhâzât-ı Ka'be'dir (Ka'be ile aynı hizâdadırlar). Onun için, "semâda eşref (en şerefli) olan Beytü'l-İzze ve yeryüzünde ise Ka'be-i Muazzama'dır" demişlerdir.

Ka'be'ye "Beytullah" denildiği gibi, Beytü'l-İzze'ye de "Beyt-i Ma'mûr" denir. Kur'ân-ı Azîmü'ş-şân'ın toplu olarak indiği yerdir. Cebrâil aleyhisselâm Leyle-i Kadir'de Kur'ân'ımızı Levh-i Mahfuz'dan alıp Beytü'l-İzze'deki nûrdan bir kürsî üzerine indirmiştir.

Bu kadar güzel ve ağaçlı yerler dururken Ka'be-i Muazzama neden susuz bir çöle yapıldı? denilecek olursa, (cevaben) dersiniz ki:

Hac, bir takım zorluk ve meşakkatlerin yaşanacağı mahşer'in dünyadaki ufak bir temsilidir. Orada çekilen zorluklar, günahların afvına vesîle olur. Ka'be-i Muazzama, göze hoş görünen ağaçlı ve sulu yaylalara yapılsa idi, herkes oraya zevk için giderdi. Halbuki hacdan murad, rızâ-i İlâhî'dir, dünya safâsı değildir.

Allâhü zû'l-Celâl hazretleri, bu hac mevzilerini «ğayri zî zer'in [Ekinsiz bir vâdi]» (Sûre-i İbrâhim, 37) olarak yaratmıştır. Tâ ki cebâbire takımı gidip de oralarda zevk ve safâya dalmasınlar.

Müzdelife, "mahall-i cem' [toplanma yeri]". Resûlullah Efendimiz Haccetü'l-Veda'daki son hutbelerini i'râd buyurduktan sonra Müzdelife'ye gelinceye kadar ağladılar. Allâhü zû'l-Celâl hazretlerine iltica edip ümmeti için af ve mağfiret dilediler. Hazret-i Mevlâ da bu makamlara gelip de kendisinden af diledikleri takdirde Ümmet-i Muhammed'i affedeceğini va'detti...

Hac vazifesini îfâya vüs'ati olmayanlar, "Yâ Rabbi, ben senin farzını îfâ eylemek için mübârek hacca gidemedim. Orada yapılan vazife-i mâneviyyeler iştirak edemedim. O ibâdât ve tâatlerin hürmetine beni de onların içine dâhil eyle. Afv-ı umûmiyyeye mazhâr olanlara, mağfîrîn zümresine ilhâk eyle" diye duâ etmeli. Öğle ile ikindi arasında, Allâhü ekber deyip dört rek'at namaz, mümkünse tesbih namazı kılmalıdır.

Resûlullah Efendimiz Haccetü'l-Veda'da, o sene için 100 deve gönderdiler. 63 tanesini bizzat kendi mübârek elleriyle kestiler. Gerisini Hz. Ali'ye bıraktılar. [Ashâb] anladılar ki Resûlullah Efendimiz yolcudur.“


Kaç Çeşit Yakîn Vardır?

«Eğer İlmü'l-yakîn ile bilmiş olsaydınız, (çoklukla böbürlenmezdiniz). Andolsun, o cehennemi mutlaka göreceksiniz. Sonra onu, elbette ki aynü'l-yakîn ile göreceksiniz.» (Sûre-i Tekâsür, 5-7)

İlmü'l-yakîn, aynü'l-yakîn, hakku'l-yakîn vardır. Meselâ zindanı bilmek "ilmü'l-yakîn", onu görmek "aynü'l-yakîn", zindana girmek de "hakku'l-yakîn"dir. Bu cihetten "aynü'l-yakîn" ehlinin hâli, "ilmü'l-yakîn" ehlinden üstündür. "Hakku'l-yakîn" ise "aynü'l-yakîn"in fevkindedir.

Hazret-i Mevlâ, Tekâsür sûre-i celîlesinde, "ilmü'l-yakîn" ve "aynü'l-yakîn" buyurdu da ehl-i îmâna olan lûtuf ve kereminden dolayı "hakku'l-yakîn" buyurmadı. Eğer, "hakku'l-yakîn" buyurmuş olsaydı; herkesin mutlaka, hiç olmazsa bir defa cehennemi "hakku'l-yakîn" görmesi îcab ederdi.

"Hakîkatü hakkı'l-yakîn" ise, Resûlullah (sall'allâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz'e mahsus olan bir rütbe-yi âliyedir ki, o rütbeye hiçbir nebî ve velî çıkamaz!“


Kâinatla Alâkalı Bazı Bilgiler

„Bütün tasarrufâtın küllîsi (meydana gelen her şey), Âlem-i Emr'den zuhûr eder. Tatbîkâtının icrâatı ise, Âlem-i Kürsî'dir. Harekât-ı arzlar, yağmurlar, kışlar... her şey yukarıdan; bütün tedvîr-i umûr (işlerin döndürülüp çevrilmesi), oradaki melâikeler vâsıtasıyladır... «Semâdan arza kadar bütün işleri (Allah celle celâlühû) düzenleyip idâre eder...» (Sûre-i Secde, 5) âyet-i kerîmesi, harekât-ı arz ve bütün umûrun semâdan gelen bir câzibe ile olduğunu beyan etmektedir...“


Kerâmet

„Her hâli kerâmetü'n-nebi olan yolumuzun gayrisinde, hiçbir kâr ve kerâmet aramayın.

- Yâ Rabbî, kalb gözümü açıp da beni perişan etme, diye duâ etmeli.“


„İmam-ı Rabbâni hazretleri, irşad için gönderdiği halifesinden gelen haberde:

- Burada bir müstedriç var: Havada uçar, suda yürür, bir anda bir şehirden bir şehire varır. Halk peşinde, diyordu.

Cevap verdiler:

- Havada uçmak marifet ve kerametse, pis sinekler, karga ve çaylaklar da uçuyor. Suda yürümek kerametse, pis kaplumbağalar, yılan ve çıyanlar, hem dibinde, hem yüzünde yürür. Bir şehirden bir şehire gitmek kerametse, iblis ve ifritler de bir anda doğudan batıya giderler. Böyle şeylerin hükmü yoktur. Hakîki keramet: efrad-ı ümmetin kalbinde nuru imanı tutuşturmaktır.



Kıyâmet Yakındır

„Bu âlem eski saraya benzer. Nasıl ki eski bir saray tâmir görünce ömrü uzarsa, dîn-i mübîn-i İslâm da ihyâ edilirse, kıyâmet tehir olunur.“


Kiracı ve Oturduğu Ev

„Kiradaki bir adam, evden çıkarken kırığına-çıkığına bakmalı. Badanasını, şusunu-busunu tamamlamalı. Silip süpürüp öyle teslim etmelidir. Bu, usûl-i şer'îden ve kemâlât-ı insaniyyedendir. Böyle yapmayanlar, ev-yurt sahibi olamazlar. Daima perişan olurlar.“


Korku

„Hak'tan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın, içi de düzgün olur.“


Kurban Büyük Bir İmtihandır

Kurban, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına büyük bir imtihânıdır.

Bu imtihanların en büyüğünü de enbiyâ-yi ızâm vermiştir.

Bütün nebîlerin verdiği imtihanların en muazzamını da Resûlullah Efendimiz vermişlerdir. Nitekim İbrâhim aleyhisselâmın bu imtihânına mukâbil Peygamber Efendimiz'in de, hânedân-ı Resûlullah'tan 170 kişinin şehit olacağının bilmesi ve onların şehâdetini kabul etmesi ki; bu bir "sırr-ı kader" işi olup, belki onların "Makâm-ı Mahmûd"da ve maiyyet-i Hazret-i Resûlullah'ta bulunabilmeleri için olmuştur.“


Kurbanın Maddî ve Mânevî Faydaları

„Kurbanın maddî ve mânevî olmak üzere yedi mühim fâidesi vardır:

  1. Gadab-ı ilâhîyi söndürür.
  2. Rızâ-i ilâhîyi celb eder.
  3. Çok kurban kesilen bir memlekette harp olmaz.
  4. Eğer bir insan vakti hâli müsâit olup da kurban kesmezse, muhakkak ki o adamın ya kendisinden veya çocuğundan yâhut da malından, ticaretinden, servetinden, varlığından mutlaka bir kan çıkacaktır.
  5. Kurbanda çoluk-çocuk ve fakir ve fukarâ için umumî bir maslahat ve mutlak bir menfaat vardır.
  6. Kurban Bayramı'nda afv-ı umumî tecellî eder.
  7. (Kurban kesmeyen) Allah'sızların gâyesi, neticesi ve sonu intihardır. Kendi kendilerini katlederek ebedî cehenneme yuvarlanır giderler.

Kurban Keserken

„Kurban keserken şöyle demeli: “Ya Rab! Benim şu vücudum çok isyankardır. Onu azad ettirebilmem için kendimi senin yolunda feda edip kanımı akıtmam lazım, bunu ise sen haram kıldın. Senin rızan için kendi yerime bu hayvanı kesiyorum vücuduma bedel, bunu benden kabul buyur Allah'ım!” diye iltica edip öyle kesmelidir.“


Kurbanlar da Şehittir

„Kurbanlık hayvanlar da şehittir. Çünkü onlar, Allah-ü Teâlâ'nın emrine boyun eğerek kesilirler.

Hayvan kesileceğini bilir; Mevlâ ona ilham eyler. Onun için kesmeden önce onu hırpalamamalı; bilhassa kesileceği yere götürürken onu sürüklememelidir. Çünkü bu eziyettir. Ona eziyet ise haramdır.

Hayvanı keserken, canı çabuk çıksın diye iliklerini dahi kesmek doğru olmaz. O hayvan bizim için canını fedâ ediyor. Ne mutlu ona!.. Keşke onun yerinde biz olsaydık. Yani onun gibi Allah yolunda biz de can verseydik...“


Lafza-i Celâl İsm-i A'zam'dır

Esmâ-i İlâhiye'nin içinde Lafza-i Celâl'in rütbesi başkadır. Çünkü müsemmâsı, zât-ı ehadiyet-i mücerrede-i ilâhiyedir. Diğer esmâ ise, ef'âl ve sıfât-ı ilâhiyenin isimleridir.

Bu İsm-i Celâl, aynı zamanda bütün esmâyı câmi' olan bir İsm-i A'zam'dır. Yani lafzatullah, zât-ı ilâhî ile İsm-i A'zam, "el-Hayyü'l-Kayyûm" da sıfat ile İsm-i A'zam'dır.

"Allah" ism-i celâlinde, diğer esmâ-i ilâhiyede olmayan bir takım hâssalar vardır. Bir defa hiçbir lisanda tercümesi yoktur. Eğer bir çocuğa isim olarak verilse, o çocuk yaşayamaz. Harflerinin müfredâtını teker teker alsak, yine sırr-ı ehadiyet-i mücerredeyi ifade eder. Meselâ;

"Allah, Lillah, Lehû, Hû" gibi. Burada "vav" zâidedir. Aslı "Hu"dur. Eğer "Hû" da alınsa, o zaman yaşayabilmek için aldığımız "hava"yı dışarı verirken "Hû" diye yine onu isbat ederiz.

Hazret-i Mevlâ'nın tasarrufunu, eşyanın üzerinden bir an uzak tutmak kabil değildir.

"İllâ Hû", ismiyyeti ifade eder; çünkü "Hû", ilm-i nahve göre zamir, ilm-i tasavvufa göre isimdir. Hiçbir isim yoktur ki âhiri "vav", mâkabli mazmum olsun. Ancak "Hû" ism-i şerifi müstesnâdır. O da Hazret-i Mevlâ'ya mahsus bir isimdir.

Bugüne kadar Hazret-i Mevlâ'nın 99 esmâsından, 1001 esmâsından bahsedenler olmuştur. Lâkin, âlem-i semâda 4000 esmâsı daha vardır ki, bundan bahsedip konuşan olmamıştır. Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde, küre-i arzı bu 4000 esmâ-i ilâhiyesi kadar genişleterek, bütün insanları orada cem' edecektir.

"el-Hayyu'l-Kayyûm": On sekiz bin âlemi yok iken îcâd edip hayat veren demektir. Yalnız hayat kâfi değildir; onu tutup muhâfaza etmek îcap eder. Hazret-i Mevlâ, "Kayyûm" ism-i şerifiyle tutmaktadır. Îsâ aleyhisselam mevtâyı ihyâ için, "Yâ Hayyu yâ Kayyûm" diye duâ ederdi. Tecrübesi kolaydır. Batmak üzere olan bir gemide, insanlar hep birden "Yâ Hayyu yâ Kayyûm" diye feryat etseler gemi batmaz, batamaz.“


Mahşer Halkı Gıpta Eder

„Evlatlarım, sizler ne büyük bir mükafata nail olacaksınız, bir bilseniz... Yarın kıyamet gününde bizler geçerken mahşer halkı gıpta ile Rasulullah Efendimiz'e sorarlar: "Ya Rasulallah, bunlar enbiya mıdır?" Cevap: "Hayır." - "Bunlar evliya mıdır?". Cevap: "Hayır." - "Öyleyse kimdir bunlar?" Rasulullah Efendimiz: "Bunlar ahir zamanda sönmek üzere olan din-i celil-i islam'ı ümmet-i Muhammed'in evladına aşılayan mücahidlerdir." buyururlar.“


Mehdi

Hz. Mehdî (aleyhirrıdvân) hakkında vâki hadîs-i şeriflerde, Fahr-i Âlem (sall'allâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz'den sırran haber sâdır olmuştur; ancak, anahtarı kimde ise o açar ve işin hakikatini o anlar, başkası anlayamaz. Herkes anlasa sır zâhir olur. Usûle muhâlif gelir. Yani zamanın sâhibi, Resûlullah'ın vârisi perdeyi kime açarsa, ancak o anlar. Nüzûl-i Îsâ aleyhisselâm'daki sır da böyle. Allah dostlarının rütbesindeki büyüklükleri nisbetinde halleri ve sırları kapalıdır.“



Mu'cize-i Haberiye

«Hakikaten biz sana kevseri verdik.» (Sûre-i Kevser, 1)

„Bu sûre-i celile, bir mu'cize-i haberiyedir. Çünkü Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

O zaman Resûlullah Efendimiz'in etrafında toplanan Müslümanlar'ın sayısı, 40 kişiden ibâret idi.

Daha ne ilim çokluğu, ne ümmetin çokluğu, ne de feyzin çokluğu vardı. Hiçbiri mevcut olmadığı halde Cenâb-ı Hakk'ın, "Verdik" buyurmasının sebebi, tahakkuk-ı vukûuna binâen (mutlaka olacağı için)dir.“


Mürid Olmanın Şartları

„Bizimle arkadaş olmak isteyen zevatın kendisinde taşıması gereken şartlar:

  1. Bizim "Habl-i Metin-i Rabbanî", "Urve-i Vuska-i ilahî" olan bir silsile-i sahihaya bağlı, telkin, ta'lim, ifade vazifesiyle icazetli ve mükellef olup olmadığımıza kesin bir itikad ve yakîn kesbetmesidir.
  2. Geçmiş günahlardan -bir daha dönmemek şartıyla- tevbe edip gücü yettiği kadar yüce dinimizin emir ve yasaklarına sarılması.
  3. Allah'a olan kuvvetli sevgi vesilesiyle onun rızasına nail olacağına yakînen itikat etmesi.
  4. Beraberlik ve bağlılık gerçekleştikten sonra surî ve kevnî kerametleri göstermek istememesi. Kendisine bile bu gibi ahvalin zuhurunu gizli ve açık olarak arzu etmemesi. (İstemeden keramet müşahede eder veya kendinde zahir olursa onu ne nef ve ne de ispat lazım gelmez.)
  5. Hakk(ın rızasını) ve ahireti isteyen kimse için dünyayı terketmek zarurî ve iki zıddı bir araya toplamak mumkun olmadığından zahirde ve batında imkan ölçüsünde ahiret hayatına ağırlık vermek. Hiçbir şekilde Allah'ın rızasına ve ona mülâki olmaya, fanî dünya hayatını tercih etmemesi ve bu hususta her şeyi terk edenlerden olamadığı için kalben daima mahzun ve kederli bulunmak suretiyle terakki göstermesi.
  6. Hocası ve uyduğu şahıstan öğreneceği manevi vazifeleri takatı nisbetinde hüsn-ü kabul ve ifaya çalışması ve bunları kendisi için, iki dünyanın saadeti için sermaye bilmesi.
  7. İrtibat sağlandıktan sonra bunun güzelce muhafazası ve ahdin gerçekleşmesini bozan hal ve davranışların büyük ve ebedî mesuliyetinden korkup devamlı bu korku üzere olması zarurî ve mecburîdir.“

Müslüman Cesur Olmalı

„Evvelâ îmânın 6 şartına bağlanmak, sâniyen cesur olmak lâzım. Korkaklar, Resûlullah'a tam bağlı olamazlar. Vârislerine, üstazlara da bağları gevşek olur. Müslüman cesur olmalı.“


Namaz ile İstimdât Sünnettir

Namaz mi'râc-ı mânevîdir. Müslümanlar her gün beş defa Cenâb-ı Hakk'ın, "ekımi's-salâh" (namazını ikâmet et, kıl) hitâb-ı izzetine muhatap oluyorlar. Bu sûretle rızk-ı sûrî ve rızk-ı mânevî ile merzûk olmak üzere günde beş defa Hazret-i Mevlâ'nın sefer-i rahmetine çağrılıyorlar. Bu şeref, sekaleyn (ins ve cin)'den mâadâ hiçbir mahlûka nasip değildir. Çünkü karşılığı mükâfat ve terfî-i derece olan ibâdetler, yalnız ins ve cinne mahsustur. Bazı umûrda melekler de memurlardır. Lâkin onlar imtihan olmak ve karşılığında mükâfat almak için değildir. Kendilerinde cüz'-i türâbî (toprak unsuru) ve sair anâsır bulunmadığından, melâike-i kirâm bile ehl-i salâtın nâil olduğu böyle bir ziyâfetle şerefyâb olmamışlardır.“


„Resûlullah Efendimiz (sallalâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Biriniz, herhangi bir işte sıkıntıya düştüğü zaman iki rek'at nâfile namaz kılsın." (Kütüb-i Sitte'den Müslim hâriç hepsi rivâyet etmişlerdir)

Namaz ile istimdât, sünnet-i seniyyedir. İnsan dara düştüğü zaman, hemen iki rek'at namaz kılmalı; onunla Cenâb-ı Hakk'a tevessül edip ilticâ etmelidir.

Bütün mühim işlerde büyüklerimiz hep böyle yaparlardı. Nitekim İbrâhim aleyhisselâm arz-ı Bâbil'den arz-ı Şam'a hicret ederken uğradıkları beldenin kolcuları, zevcesi Hazret-i Sâre'yi alıp saraya götürdüklerinde, İbrâhim (a.s.) hemen namaza durup işi Hazret-i Mevlâ'ya ihâle eylemiştir.

O zâlim melik, Sâre'ye üç defa el kaldırmak isteyince, her defâsında koluna felç gelmekle (çirkin emellerinden vazgeçip) yanına birtakım hediyeler koyarak, Hazret-i Sâre'yi yolcu etmek mecburiyetinde kalmıştır.“


Namazlarda Rekat Tahsisi

„Namazlarda, iki rek'at, dört rek'at diye tayin etmemeli. Cenâb-ı Hakk'ın kaç rek'at mükâfat vereceği belli olmaz. İki rek'ata iki bin rek'at, dört rek'ata dört bin rek'at ve daha fazla sevabı verebilir.“


Namazlar ve İkindi Vaktindeki Esrâr-ı İlâhî

„Eûzubillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm: «Ve'l-asr». Sadakallâhülazîm. [And olsun asra, yüksek fazîletinden dolayı ikindi namazına] (Sûre-i Asr, 1)

İkindi namazı Zât-ı İlâhî ile, sabah namazı Cemâl-i İlâhî ile, diğer namazlar ise, Sıfat-ı İlâhî ile alâkalıdır. Onun için Hazret-i Mevlâ, yalnız ikindi namazına kasem buyurmuştur. Bu da, vakt-i asrdaki esrâr-ı İlâhiyye'nin büyüklüğünü gösterir. Mü'minler cennette, Cemâl-i İlâhî ile ikindi zamanında şerefyâb olacaklar. Diğer vakitlerde de sâir nîmetlerle meşgul olurlar.“


Nefs ve Râbıta


Neme Lazımcılık

"Her koyunu kendi bacağından asarlar." sözü yanlıştır. Dinimizde neme lazım demek yok. Bana lazım demek vardır.“


Niçin Kitap Yazmadım?

„Selefin mum ışığında yazdığı bahâ biçilmez hazine misâli eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphâne raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmağa yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.“


Okumada Gaye ve Zâhirî İlimler

Okuyup ne olacaksın? diyenlere, şöyle cevap vermeli:

- Öğrendiğimle amel edeceğim. İlmimi ikmâl edip de vazife verildiği vakit, batağa düşmüş olan ümmeti bataktan kurtarmayı vazife bileceğim. Ve rızâ-i ilâhiyi kazanmaya çalışacağım.

Zâhirî ilim, melekler arasında bulunup cennet ve cehennemi bilfiil gören şeytanı dahi kurtaramadı, zîrâ ilmi gırtlaktan yukarı kafada kalmış, kalbine inmemişti. Kıyâs-ı fâside ile "Ben ateşten, Âdem ise topraktan halkolundu. Ateş şereflidir. Âlâ ednâya secde etmez." dediğinden, rahmet-i ilâhiden ebediyyen mahrum oldu.“



„On Dört“ Kemâl Adettir

«Tâ hâ» (Sure-i Tâhâ, 1)

Ebced hesabına göre buradaki "Tı" harfi 9'dur. "He" harfi de 5 olmakla tamamı 14'tür. On dört kemâl adettir. Bu âyet de ayın on dördüne delâlet eder. Çünkü ayın on dördünde bütün ziyâ kâmildir.

Diğer hurûf-i mukattaât gibi bir şifre olan "Tâ hâ"nın Resûlullah Efendimiz'e nisbeti, mükevvenâtın ziyâının kemâli kendisinde toplandığından ve mazhar-ı envâr-ı İlâhî olduğundandır. On dört kemâli ifade ettiğinden nûr-i Muhammedî kâmil mânâda bu asırda tecellî etse gerek.“


„Rızka Değil, Razzâk'a Bağlanın“

„Dünya sevdâsından ukbâyı unutanlara:

- Ey gâfiller! Âhiret husûsuna gelince; Allah gafûrdur, rahîmdir, diyorsunuz. Pekâlâ! Mâdemki çalışmadan o büyük geçitten geçmek için 'Gafûru'r-Rahîm' diyorsunuz, öyle ise, Cenâb-ı Hakk Razzâk-ı âlemdir; haydi çalışmasanız ya! Neden böyle durmadan-usanmadan çalışıp didiniyorsunuz be ahmaklar! dersiniz.“

„Sizler rızka değil, Razzâk'a bağlanın. Unutmayın ki sebebe bağlananlar, sebeb-i hakîki olan Hazret-i Mevlâ'nın lutuf ve ihsânından her zaman mahrum kalırlar.“


Ru'yetin Hakikati Nedir?

„Şu ciheti kaydetmek lâzımdır ki; ru'yetin hakikati, bu dârda [bu dünyada] rûhunu sülûk ve urûc tarikıyla "mertebe-i hakîkati's-salât"a çıkaran ehass-ı havâsa mâlum ve münkeşif olur.

Hadiste vârid olan, "Namaz mü'minin mi'râcıdır" [kavl-i şerifin]ın hakikati, bu zevât için sâbit ve sâdıktır. Makamu hakîkati's-salât, merâtib-i sülûkün nihayetidir, ilerisi mertebe-i vücûbdur.

Eğer bir ferd bu âlemde hakîkat-i ru'yeti [Allâh'ı görmenin hakikatini] anlamak isterse, rûhunu bu makama çıkarmalıdır. Ve illâ [aksi takdirde] Kitap ve sünnet ile sâbit olan ru'yete îmân eyleyerek keyfiyeti araştırmamalıdır. Çünkü bu hakikati kemâ yenbağî [münâsip olan tarzda] anlamak, ancak bu sûretle mümkündür... Eslem tarîk [en sağlam yol] budur.“


Rü'yâ Bahsi

„Bizim sâdâtımız (seyyidlerimiz-büyüklerimiz) rü'yaya diğer turuk sâdâtı (diğer tarîkat büyükleri) gibi ehemmiyet vermezler. Çünkü mânâlar kuvvette olan umûru iş'âr ederler (Kuvvede olan hususları bildirip haber verirler). Mânâlardan ancak tâlibin ne gibi şeylere müstaid (istidatlı) ve kâbil (kabiliyyetli) olduğu anlaşılır. O, eşyanın bilfiil tahakkukuna aslâ delâlet eylemez. Rü'yalar, tebeddülât-ı ahvâle ve evsâfa kâbiliyet husûlünü, tâlibin merâyâ-yı âfâk ve emsâlde müşâhede etmesinden ibârettir (yani rü'yalar; tâlibin, ahvâl ve evsâf değişikliklerine kâbiliyetinin husûlünü, misaller ve âfâk aynalarında görmesinden başka bir şey değildir). Avâlim-i âfâkiyyeden, misâl âleminden vârid ve mütezâhir ve meşhûddur (âfâk âlemlerinden, misâl âlemlerinden gelen, tezâhür edip görülendir).

Bir kimse rü'yâda padişah olduğunu, tahta cülûs ettiğini (tahta oturduğunu), hükmünün memlekette nâfiz ve mer'î (müessir ve mer'iyette) bulunduğunu görür. Bîdâr olduğu vakit (uyandığı zaman) kendini yatağında bulur. Ne padişah olmuştur ne tahttadır. Ne de hükmü nâfiz ve mer'îdir. Hariçte bu zuhûr ve taayyünden hiçbir şey yoktur. Bu hâl nasılsa, rü'ya da aynı keyfiyeti hâizdir. Şu kadar ki; Böyle bir rü'ya gören zâtta padişah olmağa bilkuvve kabiliyet vardır. Bu kabiliyeti fiilen tahakkuk ettirmedikçe, rü'yanın ona bir faydası olmaz. Fiil ile kuvvet arasında ne kadar mühim fark vardır! Onun için: Sâdâtımız rü'yaya ehemmiyet-i mahsûsa atfetmezler (husûsi bir ehemmiyet vermezler). Hâl-i bidâride ve yakazada olan umûru ehem tutarlar (Uyânık halde iken olan işlere ehemmiyet verirler). Turuk-i sâire sâdâtının (diğer tarîkat büyüklerinin) rü'yaya ehemmiyet vermesi başka bir mevzu' teşkil eder. O bizi alâkadar etmez...“


Sıhhat ve Sıhhate İ'tinâ Vazifesi

“Bedeni korumak, onun sıhhatini te'min ve hıfzetmek akdem-i ferâizdendir (en önde gelen farzlardandır). Mevlâyı Müteâl, «Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın...» (S.Bakara, 195) buyuruyor. Bu emirde; beden ve sıhhat tehlikesinden korunmak, onun kapılarını seddetmek (kapatmak) birinci dereceyi ihrâz eder. Her iş sıhhate vâbestedir (bağlıdır). Bu olmadıkça gerek dîn ve gerek dünya işleri tam ve kâmil olmaz. Onun için bâzı ekâbir (büyükler), "el-ilmü ilmân: İlmü'l-ebdân, sümme ilmü'l-edyân" (ilim ikidir: Beden ilmi sonra da din ilmi) sözlerini söyleyerek ilm-i ebdânı (tıp ilmini) ilm-i edyân üzerine tercih eylemiştir. Bu sözlerden murâd-ı sırf, sıhhate ehemmiyet vermek noktasına mâ'tûftur.

Biz her işin kemâline (tam ve mükemmel olanına) tâlib olacağız. Aşağısı ile veyahut vüstâ (orta) ile iktifâ etmeyeceğiz. Sıhhat niam-i azîme-i Mevlâ'dandır (Mevlâ'nın çok büyük nimetlerindendir). Fakat, devamı zamanında en az takdir olunur. Ona şükür, vazîfe-i ibâdet ve ubûdiyettir. Bu nimet-i uzmâyı elden gidermek, muhafaza etmek, yahut onu tahrip eylemek kendi elimizdedir.

Her halde irâdemizi, vaktimizi, sıhhatimizin hüsn-i muhâfazasına sarf etmeliyiz. Bu bâbda aslâ ihmâl göstermemeliyiz. İrâde-i Hakk, irâde-i beşere tâbidir. İrâde-i beşer müessirdir. İrâdenin müteallikâtını halk (istenenleri yaratmak), Mevlâ'ya aiddir. Bütün irâdetlerimizi (arzu, istek ve recâlarımızı) iyi ve kemâl cihetine sarfa memuruz ve bununla mükellefiz.”


Sihri Gidermek İçin...

„...vakit namazlarının son iki rek‘at sünnetlerinin edâsında, Fâtiha'dan sonra zamm-ı sûre olarak birinci rek'atte Felak, ikinci rek'atte de Nâs sûrelerini okursunuz.“


Şefaat Nedir?

„Şefâat iki nevidir. Biri, kişinin kendi amelinin iktizâsı; diğeri de, Resûlullah Efendimiz'in zâtına âid olan şefâattir. Bundan mahrum olmamak lâzım. Şefâat mahşerde, arasatta, sıratta olur. Bir de, cehennemden çıkıp cennete girmek, cennette derecâtın terfîi ve Cemâl-i İlâhî'ye nâil olmak için şefâat vardır.“


Şehâdetten Büyük Bayram Olur mu?

Hazret-i Hüseyin (radıy'allâhu anh), Kûfe'ye hareket edeceği zaman rüyâsında kardeşi Hazret-i Hasan (r.a.)'ı gördü.

Hazret-i Hasan,

- Ey birâderim! Sen, Kûfeliler'in ecdâdımıza ne yaptıklarını bilmiyor musun? Sanki bayrama gidiyor gibi, en güzel elbiselerini giymişsin! deyince, Hazret-i Hüseyin,

- Ben şehit olmaya gidiyorum!.. Bundan büyük bayram olur mu? karşılığını vermiştir.“


Şehitlerin Temmenîleri

„Kıyâmet gününde şehitlere ne istedikleri sorulunca,

- Yâ Rabbi, biz şehit olurken o esnada senin Cemâl-i İlâhî'ni müşâhede ettik. Bizi tekrar dünyaya gönder de yeniden şehit olalım, Cemâl-i İlâhî'ni bir daha müşâhede edip gelelim, derler.

Çünkü şehâdet zamanında aldıkları lezzeti hiçbir yerde bulamazlar. O tadı unutamadıkları için [tekrar tekrar] dünyaya gelip hiç durmadan şehit olup gitmeyi isterler.

Şehitlik çok büyük bir mertebedir. Bittabiî bu, i'lâ-yi kelimetullah ve harb-i mânevî uğrunda şehit olan ehl-i îman içindir.“


Şerî'at-Tarîkat-Hakîkat

„Tarîkat ve hakîkat, şerî'atın sûreti ile hakikatı meyânında mütevassıttır. Sûret-i şerî'at, velâyet kemallerinin şecere-i tayyibesi, nübüvvetin kemâlâtı ise, o sûretin hakikatının semeresidir. Velâyetin bütün kemâlâtının en mühimleri, sûret-i şerî'atın neticeleridir. Nübüvvetin kemâlâtı da hakikat-ı şerî'atın semereleridir. Tarikat ve hakikat, şerî'atın mütememmimleridir...

Yine ma'lumları olsun ki, şerî'at, üç cüz'den mürekkebdir: bunlar da ilim, amel ve ihlâsdan ibarettir. Bu üç cüz'ün her biri tahakkuk etmedikçe, şerî'atın kemali tahakkuk eylemez. Ne zaman ki, şerî'at tahakkuk eder, rızây-ı Bârî hâsıl olur. Rızây-ı Mevlâ ise, bütün dünyevî ve uhrevî sa'âdetlere kefildir.

Tarikat ve hakikat, üçüncü cüz' olan ihlâsın tekmîlinde şerî'atın hâdimleridir. Anın içün "Tarîkat ve hakikat şerîâta hâdimlerdir" denilmiştir. Bunları tahsilden maksud, tekmîl-i şerî'at olup şerî'atın dışında hiç bir emir yoktur.“


Tefrika

„Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i Sünnet'in gayri olan yanlış yollara sapmayınız.“


Tek Hedef

„Bizim para, pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İstisnasız her müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.“


Trafik Kazâları ve Âyetü'l-Kürsî'nin Esrârı

Resûlullah (sall'allâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in 27 sır kâtibi vardı. Âyetü'l-Kürsî Hicret'ten sonra bir gece yarısı nâzil olduğunda onu, Resûlullah'ın sır kâtiplerinden Zeyd bin Sâbit (radıy'allâhu anh) yazmıştır.

Âyetü'l-Kürsî'ye ta'zim ve tebcîl için, bir rivâyete göre 40 bin, diğer bir rivâyete göre 80 bin melek nâzil olmuştur. Âyetü'l-Kürsî'ye çok muazzam ve muhterem bir melek hâdimdir.

Bugün bütün vâsıtalar tehlike hâlindedir. Ancak ta'limât-ı İlâhiye ile bu tehlikelerin önüne geçilebilir. [Hava], deniz ve kara vâsıtalarına binerken «Bismillâhi mecrâhê ve mürsêhê inne Rabbî le Ğafûru'r-Rahıym [Meâli: Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allâh'ın ismiyledir. Muhakkak ki Rabbim, çok mağfiret edici ve çok rahmet edicidir]» (Sûre-i Hûd, 41) diye okuyan kimse, her türlü tehlikeden muhâfaza olunur.

Sokağa çıkarken 7 Âyetü'l-Kürsî okuyup, her defasında 6 cihete üflemeli. Yedincide, "Velâ yeûdühû hıfzuhümâ ve hüve'l-aliyyü'l-azıym" diye 3 defa okuyup "Huu" ile içine "Huu"lamak lâzım. Bu ta'limat ile vesâite binenleri, Cenâb-ı Hakk her türlü felâketten korur. Bunu söylemezdik ama, tehlikelerin umûmiyeti bizi bu esrârı söylemeye mecbur etti. Hakikaten muazzam bir esrâr-ı İlâhîdir. Ne akıl, ne mantık, ne san'at, hiç biri ona tahammül edemez. Bunun adına "Kerâmetü'n-Nebî" derler.

Bu insanlar, isyanları ile kok kömürü hâline gelmişlerdir. Kuruların yanında yaşlar da yandığından, o yaşları kurtaralım diye bu esrârı ifşâ ediyoruz.“


Ünvanınız

„Sizler, "El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm" (Ünvanınız: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahitlersiniz).“


Vahdet-i Vücud

„Aşağıdaki cümleler tam Vahdet-i Vücutçu sözleridir.

Bilinmelidir ki, ben bu cümlelerin manaları ve tasavvufî ifadeleri üzerinde durmayacağım, çünkü hem meşrebime muvafık değil, hem de bu mevzuyla meşgul hakikatte vakti boşa harcamaktır. Yalnız bu sözlerin menşei, zuhur mertebesi ve sebepleri hakkında izahatta bulunacağım. Bu da sizin ve bizim maksadımıza uygun düşecek, meselenin esaslarını tenvire hizmet edecektir.

Büyük muhakkıklar indinde Vahdet-i Vücud, ilmî, menşeî, sebebi ifrat-ı muhabbettir, sekirdir. İsim ve fenâ sıfatında fenâdır. Velayeti, velayet-i kalbiyye ve zılliyyedir. Ona velayet-i suğra da denir. Bu hal bu mertebede zuhur eder. Hakikat-i fenâyı temîn etmez. Cihet-i cezbede fena-yi zılli husule getirir. Tevhidi, tevhid-i efaldir. Fenası, fena-yı efaldir. Tecellisi, tecelli-i efaldir. Bu ahval ve kemâl ve tevhidin sahibi; velayet-i suğra mertebesinden velayet-i kübraya çıkamaz. Tevhid-i sıfat, tecelli-i sıfat ve fena-yı sıfata mazhar olamaz. Vahdet-i Vücud itikadında olanlar üç zümreye ayrılırlar:

  1. Birinci Zümre: Ruhunu velayet-i suğraya çıkaranlardır. Bunlar şeriat-ı mutahhareye yapışıkdırlar. Fakat ictihatlarında hakikate isabet edememişlerdir. İsabet etmemelerine sebep muhabbet-i Hak olduğu için hata eden müctehid hükmündedirler. Velayet-i suğra erbabındandırlar. Muhabbette fena ve sekirleri kendilerini mazur kılacaktır. Mevla'nın lutfuna nail olacaklardır.
  2. İkinci Zümre: Bu zümre Vahdet-i Vücud, ulum ve maarifi ile çok meşgul olarak meşreb-i tevhid-i vücudiyi kendilerine mal edenlerdir ki, bunların ruhları mertebe-i zılliyete çıkmamış, velayet-i suğraya dahil olmamıştır. Bunlar; ömürlerini laklaka ile geçirip ruhlarını tasfiye, nefislerini tezkiyeden mahrum eylerler. Bu dava ile bu dünyadan "Kel en'am" olarak göçüp giderler.
  3. Üçüncü Zümre: Bu zümre ne birinci ne de ikinci zümrenin ahval ve efaliyle muttasıf değildir. Bunlar kendi nefis ve hevâlarına göre tevil ve te'sir ederek işi, Vahdet-i Vücud derecesine çıkarırlar. Bu suretle kendilerini teklifat-ı rabbanî haricine çıkararak ibâhat, ilhâd ve zındıkiyyet derecelerine yuvarlanırlar. Mevla'nın emirlerine yapışıp nehiylerinden kaçınmazlar. Bir taraftan her haltı yaparlar, diğer taraftan (kendilerini) zümre-i havastan ve irfandan gösterirler. Bunlar birer cani, birer katil, birer kutta-i tarîk-i hak ve hidayet yolunun yol kesenidirler. Allah şerlerinden ümmet-i Muhammed'i muhafaza etsin...“


„Vakıfta Dâvâcı, Resûlullah (s.a.v.)'ın Vârisidir“

„Vakfedilen mala; mâlik-i hakîki Cenâb-ı Hakk, mâlik-i mecâzî insandır. Vakfeden: "Bu malı hakîki mâlikine teslim ettim, bıraktım" demek istiyor. (Bu bakımdan sûi isti'mâle uğrayan) vakıfta dâvâcı: Vâris-i Resûlullah, dâvâ vekîli: Fahr-i Âlem (s.a.v.), hâkim: Cenâb-ı Hakk'tır. Vakfa musallat olanların hâli perişan olur.“

„Süleyman aleyhisselâm, kendisine postalık yapan Hüdhüd kuşunu gücendirdiği bir gün; Hüdhüd, Hz. Süleyman'ı tehdit makamında, "Vakıf tarladan toprak alır, mülküne serper ve saltanatını yıkarım" dediği rivâyet olunmuştur.“


Varlığında En Ucuz, Yokluğunda En Aziz Olan Şey

Âyet-i Kerîme meâli:

«(Habîbim) de ki: Suyunuz yerin dibine savulup giderse, söyleyin bakalım, size kim bir akarsu getirebilir?» (Sûre-i Mülk, 30)

„Burada bütün nîmetlerin arasından "su" zikredildi. Çünkü susuz hayat olmaz. Onun yokluğu çok ağırdır. Eşya içinde "ehven-i mevcûd, eazz-i mefkûd" (varlığında en ucuz, yokluğunda en azîz) kabul edilir.

Bu dünyanın en büyük nîmeti "su"dur. Hazret-i Mevlâ onun içine, "el-Hayy" ism-i şerîfinin esrârını koymuştur...

Fahr-i Kâinât Efendimiz'in şefâat-ı uzmâları olduğundan, beşeriyyet ne kadar isyân ve tuğyâna gitse de, Hazret-i Mevlâ suya yok olması için emir vermiyor. Müptelâ olduğumuz bütün darlık ve yoklukların hepsi hidâyete dâvet ve îkaz içindir.

Bazı insanlar utanmadan pahalılıktan ve buhrandan bahsederler. Halbuki bugün zamanımızda en pahalı ve en buhranlı metâ' din olmuştur. Buna varıp parmağını basan yok. İtaatullahtan mahrum olan milletler ve memleketler, maddeten ne kadar bolluk içinde olsalar da, yine darlıktadırlar. Çokluk para ile olmaz. Berekât-ı ilâhiyye lâzımdır.“


Yemekte Niyet

„Yemek yerken, su içerken, "İbâdet için kuvvet olsun yâ Rabbî" diye, Mevlâ'nın huzuruyle olduğunu düşünmek lazım.“


Yeryüzü Yuvarlaktır, Cennet de Öyle...

«Onların Rabbleri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir...» (Sûre-i Beyyine, 8)

„Sekiz cennetten altısı sıfâtının, ikisi de zâtının ve cemâlinin cennetidir. Cennât-i Adn, [sâir] cennetlerin görülebileceği bir yerdir ki, hepsinin ortasıdır. Orada, bütün cennetleri seyretmek için minberler vardır. Dileyen kimseler bu minberlerden diğer cennetleri seyredebilirler. Bundan, cennetin de dünya gibi yuvarlak olduğunu anlıyoruz.


Yunus Emre

Yûnus Emre'den söz eden birine:

- „Yûnus Emre ne yapmış; vahdeti vahdette aramış. Köşesine çekilmiş kendine hizmet etmiş. Biz, vahdeti kesrette (çoklukta), rızâ-i Hakk'ı halk arasında, halka hizmette arıyoruz. Enbiya-i Mürselîn yolundayız“, buyurdular.


... ve Diğer Sözler


Kaynaklar:

  1. 1997-2001 FAZİLET Takvimleri, Fazilet Neşriyat
  2. Abdülkadir Dedeoğlu, Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye-i Aliyye (Altun Silsile), Osmanlı Yayınevi
  3. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Silistre'li Süleyman Hilmi Tunahan, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1997
  4. Ali Erol, Hatıratım
  5. Hasan Arıkan, Muhtasar İlmihal, Fazilet Neşriyat
  6. Abdulaziz Akca, Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Efendi Hazretlerinin Hayatı (http://ww.tunahan.org/)
  7. Genç Akademi Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 27, Kasım-Aralık 1995
  8. Onder Yegin, Süleyman Hilmi Tunahan ve Tasavvufî Şahsiyeti (http://freehosting1.at.webjump.com/34c6ee29e/on/onderyegin-webjump/arastirma.htm)
  9. Muhtelif rivâyetler

Son güncelleştirme tarihi ve saati: 25.09.2002 17:23:50
Ziyaretçi sayısı: Only a counter...