attila ilhan'ın şiirleri

Attila İlhan ~ Fena Halde Leman ~ Renkler

Batı ufkunda, turuncudan bronz yeşiline renk fıskiyeleri, birbirinin içinden fışkırıp, sessiz çağlayanlar oluşturarak, kat kat dökülüyorlar. Çatalkaya, zakkum pembesine çalan havai eflatun. Deniz, körfezin içlerine gelindikçe, erguvan rengi. Açık pencerelerden vuran akşam yeli, geminin perdelerini yapraklandırıyor. ~ 22

Ayışığının çil gümüş lira aydınlığında, “Le Cormoran” yaldızlı bir rüya teknesi. ~ 22

Haşhaş pembesi ve mor damarlı bulutların, körfezin batısına kat kat yığılışına dalmışım. Yukarlarda, şiddetli bir rüzgar, onları önüne katmış sürüyor. Şimdi İnciraltı dolaylarındabarut siyahına dönüp kalınlaştırdıysa, birazdan Narlıdere taraflarında tel tel çözerek pirinç sarısına kaydırıyor. ~ 43

Çeşme’de, herkes uykuya vardıktan sonra, yatının kıç tarafında tek başına oturup geceyi dinleyen Leman Korkut, ne kadar iş kadını olursa olsun, elbette Alsancak’ta taşınmayacak; Deniz Bostanlısı’nın, deniz mi kara mı olduğu kestirilemeyen bu yöresinde, bulutlara, martılara, kanlı kızıl gün batımlarına karışarak yürümeyi seçecekti. ~ 43

Birden, o yaz gecesi: Çeşme’deki moteldeyim, ayışığının gümüş mavisi yaldızladığı “Le Cormoran”ın kıç güvertesinden, bardağa atılan buzların tınlamasını duyuyor, çakılan çakmağın kaçıncı aydınlığında Leman Korkut’un vahim güzelliğini ilk defa görüyorum. ~ 48

Derhal sokağa fırladım, jilet grisi bir ayaz çıkmıştı, buz tozu halinde serpilen karı gözlerime dolduruyor, ilk taksiye atladım… Aklım başıma gelince kül esmeri bir gök, bulgur gibi ufalanan ahlaksız bir kar altında, koltuğumda dosyayla yürüyordum Anlamsız ve amaçsız! ~ 48

Göz kamaştıran bir mavilik etrafı sarmış, (éblouissant). Bu, hakiki bir elektrik mavisi olup, farz-ı muhal, bulvarda kaynayan orospuların sivri tırnak uçlarından fışkırarak, cam, çerçeve, neon lambası, otomobil, afiş, ne bulursa bulaşıyor. İşte bu mavi hengame ortasında, (dans ce hordel bleu) Ekrem’in ağzı hala mühürlü, bıçaklar açmıyor. ~ 52

“Şahane” bir Chevrolet ki, yağmurun ve bunalımların hüküm sürdüğü o akşam saatined, şimşekler çevik dilleriyle yaladıkça, bahçe kapısının orada, asit yeşili bir masal yaratığı gibi görünüp kayboluyor. ~ 57

Yoğunluğu her an değişik, durduğu yerde duramayan çarpıcı renkler: Safra yeşili, buz beyazı, edliksiz siyah, ateş kırmızısı, ölü eflatun. Ne kadar çizgi varsa, madde tutsaklığından kurtulmuş, oradan oraya koşuyor. Bence dağınıklıktan, portre izlenimine ulaşabilmek olası mıdır? ~ 65

Gözleri işkence çığlıkları, ağzı fahişe ağzı, platin yeşili saçları makineyle alınmış, bu kadın ben miyim? ~ 65

Vırt zırt yer değiştiren oje kızılı aydınlıkla kör karanlık, oturanı, serseme çeviriyordu. Hele benim gibi engin manzaraların ülkesinden gelmiş olursa… Belleğim, kapıp sakladığı görüntüleri pat diye nasıl gözlerime yansıtıyor: Akşamüzeri, batan güneşin pembe yaldıza buladığı başıboş martılar: Mavi, yeşil bir sonsuzluğaağır apır demir alan, dalgın gemi; havai ama baygın kokularıyla, balkon asarılmış hanımelleri… ~ 66

Kısa, siyah kirpiklerle donatılmış, güzel atmaca gözleri, vahşi yeşil. Bakıştık mı içimi karıştırıyor. Güleç sesi buzlu su gibi serinletici. ~ 66

Hava, aşk serbest havası. ~ 70

Gökte incecik, bilenmiş bir hilal, gecenin yeşil ipek dokumasını, akla ziyan bir hızla kesip biçiyor. Yıldızlar bir daha yaklaşmayı denediler, yine olmadı: Koca Seine, sırmalı puslarını ağ gibi germiş, hepsini içinde kaybediyor. Penceremiz açık. Sokakta türlü sesler: Çapkın bir akordeon, radyo çığlıkları, klaksonlar… Hepsi içiçe girip öyle uyumlu birbirine karışıyor ki, kulağımıza kadar ulaşan, dinlemesi hoş bir uğultu. Paris’in damarlarında dolaşan, kanın uğultusu mu? ~ 94

Şehvet kırmızısı bir aydınlıkta yüzüyorum, hem de nasıl bir yüzmek: elim, kolum, bacağım birbirinden ayrılmış, gövdem dağılmış gibi bir hisle! ~ 96

Telefonu kapatıyorum. Konuşma bitti. O ne, birini mi boğazladılar? Hayır, kırmızı şehvet aydınlığı olanca şiddetiyle dönüyor. ~ 97

Sesim onu çarptı, çarptığını hemen söyledi. O ara bakışlarımda kırmızı bir tül mü dalgalandı, ben mi öyle gördüm bilemeyeceğim. ~ 99

Gözleri o çiniden yapılmış iri böcek bibloları, mavi kılcal damarların oyalı ağı ardında, koyudan açığa çeşitli gri tonları arasında sürekli değişiyorlardı: Bir ara, laciverde çalan akşam grisi; bir ara duman rengi; derinliklerinde, hiç beklenmedik yıldızlı çalkantılar! ~ 102

Cecile’i gönlümce, sesini ve hareketlerini yok sayıp, öyle seyrediyorum. Onu çaptan düşüren ne varsa elenince, durgun bir su aydınlığı ortasında, çıplak ve uysal, ürkmüş bir ağızdan ibaret kalıyordu, hart diye ısırılacak uzak pembe bir yıldız. ~ 103

Artık iyice antrasit grisine dönmüş gözleriyle, uzun kızıl kirpiklerinin alevleri arasından, beni süzüyordu. ~ 106

feci, aslında yok bir yangın tarafından, için için kemirilen; çatırdılarını her taraftan duyduğumuz; hep aynı, morla eflatun arası gece! ~ 106

İpek tüyleri uzun uzun ve piyano siyahı kedisi, Haydut, sırtını kamburlaştırmış… ~ 115

Yumuşak bir rüzgar camları okşamaktadır. Yıldız yağmurları beni şaşırtıyor. Hele sabaha karşı ayın, bir mavi ve yeşil çılgınlığı ortasında battığını görmek! ~ 115

Onu sık sık rüyamda görüyorum. Kışkırtıcı rüzgar bunlar, ayıp: Çırılçıplak göğüsleri dolgun, uçlarından zehir yeşili bir süt kusuyor. ~ 131

Dumanlı sarışın, hani filmlerde gördüğümüz sarışınlardan, gözkapakları yaldızlı yeşil; ağır takma kirpiklerinin, gölgeleri, hülyalı bakışlarını daha yoğunlaştırıyor, hele hafif aralık buğulu kızıl ağzına bakılırsa, “uluslararası standartlara uygun” bir cep pin-up’ı bu, gerçek bir “vamp”. ~ 133

Lili’yi bulmalıyım… Işıkları söndürdüm, pencereleri ardına kadar açtım, ışıklı reklamın kömür siyahı ve kan kızılı tokatlarını yiye yiye, kahrımdan, bri kadın gibi ağladım. ~ 157

Ay meydana çıkınca şafağa kadar sürecek o renk kırımı başlardı; yaldızlı lacivertteen sütlü maviye kadar, mavinin bütün perdelerinde, her şeyin kendini yineleyip durduğu1 ~ 157

Gözyaşlarımın tuzlu tadı ağzıma doluverdi. Gece böcekleri susmuş, bütün köpekler sanki ölmüş: Gecenin kocaman mavi mağarasındayankılanmalar hafifledi. ~ 164

Parasını verip şöförü savdım, geçerlik duygusunu silen, soğuk ve gri sesi dağıtarak, avluya girdim. ~ 166

bakışları, değdiği yeri uttuşturan kızıl kora dönmüş. ~ 172

Paris’in nemli griliniği de, Dragon Sokağı’nın savaş yıllarından kalma köhneliğini de, sırtıma aldım. ~ 172

Upuzun, ceset mavisi bir kız, yakışıklı ama suratından bönlük akan bir zenci öğrenciyi yiyordu: dişi örümceğin erkeğini yemesi gibi. Köşede otomatik bir bilardo, çevresinde erkek müsveddeleri. Bir bira söyledim, bir cigara yaktım. Neden, neye ulaşmak için, böyle helak oluyordum acaba? ~ 172

Müşterilerin çoğu zenci, giderilmez aşağılık duygularıyla mutsuz; kadını erkeği, şişe moru güzellikleriyle ışıltılı ve etkileyici. Aralarında platin saçları magnezyum şavkı saçan, Lili gibi tek tük sarışına rastlanıyor; vücutlarını ya da başlarını oynatıverdiler mi, çevrelerine pırıl pırıl ışık zerrecikleri döküyorlar. ~ 200

…köşk… yağmur sağnaklarının -o uğursuz sonbaharın ilk yağmurları- mavi kırbacı altında inliyordu… ~ 203

“-…dinle böceğim… hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerni tutamaz; aşk dediğimiz, y avahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bri hayal kurma tarzı: İki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmay akalkıştığından, sükut-u hayaller eksik olmaz! Sen ddiğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: Arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı! Muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını taşır: Çift demek, yanyana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi zor! Onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. Uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. Yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir, yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdahale: Sevdiğini, hayalnde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur. Sevmek! Sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak…” ~ 212

camlar buğulu, iyi seçemiyorum aramıza gri bir perde çekilmiş, bu da kederimi artırıyor… sevmek alıp başını gitmektir! ~ 222

…yarabbi ne de maviydi o mel’un gece! ~ 222

Dumanla beraber, neonların pencereden içeriye boşalan kanlı kızıllığı, gözlerimizi kamaştırdı: Karanlık basmış bile. Ne çabuk? ~ 231

Yaldızlı mor ve vişneçürüğü alaşımı bir gece, sağlıksız bir gerilimle çatırdıyor, etrafa kükürt ve amonyak kokuları salıveriyordu. ~ 238

(Soytarılıktan farksız, evet; gülünç d, kabul; çarkın dişlilerine kapılındı mı, başka ne yapılabilir ki?) ~ 239

Ben süslenip püslenip, öyle gitmeyi uygun görmüştüm. O da süslenmiş beni bekliyor; saçları, siyah kehribar ışıltılarıyla çıplak süt mavisi omuzlarına dökülmüş. Heyecanlı olduğu sesinin titremesinden belli. ~ 246

…yağmurun gümüş karanlığı körfezin gırtlağına çökmüş, deniz gittikçe durularak yavaş yavaş ölüyor. ~ 249

İzmir’in yıldız alacası aydınlığını, balkonumdan seyrederek rakımı içerken, her yudumda bardağı yanıbaşımdaki sehpaya böyle koymuyor muyum? Ne mutluymuşum? ~ 249

Kalktı gitti. Ardında hoş kokulu, pırıl pırıl, laciverde çalar bir iz; iki saat sonra bile, bana İzmir’de bana onunla paylaşılacak bir hayatın hayalini kurduran; uzun uzun, ne yumuşak, ne ilginç olabileceğini düşündüren, bir etki alanı bıraktı. Ne kadar uğraştımsa kurtulamadım. ~ 259

Sıcaktan dumanı tüten denizin yüzüne koca koca yıldızlar saçılmış, ortalık ay ışığından gümüş mavisi. ~ 260

attila ilhan'ın şiirleri

Şiirler, Romanlar

Home