Sizce eşcinsellik genetik mi?
Evet Hayır
 
    Sanat  

havva: âdem'in kaburga kemiði ve bir "masumiyet" öyküsü

öyküyü bilirsiniz: yaşamın varoluşuna ve başlangıcına dair her dönemde ve her kültürde anlatılmış, anlatılırken de kendi toprağının tüm kültürel motiflerini yüklenmiş olan yaratılış öykülerinden en çok bilinenini ve özellikle batı kültürünü en çok etkileyenini...

birbirinden farklı detaylar gösterseler de, tekvin'de anlatılan bu ünlü öykü ana hatlarıyla islam ve hristiyan inanışlarında da aynıdır. tekvin'de anlatılan öyküye göre tanrı, adı âdem -ibranice 'insan' anlamındaki 'adham' sözcüğünden gelen tek bir erkeği toprak ve çamurdan; ardından, âdem'in içinde yaşadığı cenneti -aden bahçesi- ve onun içindeki hayvanları yarattı. bahçenin ortasına da iyilik ve kötülüğü bilme ağacını dikti. ve âdem'e "bahçenin her ağacından istediğin gibi ye, fakat iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemiyeceksin; çünkü ondan yediğin günde mutlaka ölürsün" dedi. öyküye göre, toprağı işlemek için yarattığı âdem'in sıkıldığını gören tanrı, aden bahçesindeki hayvanları onun adlandırmasına izin verdi. bu da âdem'in sıkıntısını geçirmeyince tanrı, âdem ona verdiği derin uykudayken, kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı. bu kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu âdem'e getirdi.1

anlatılan bu öykü tekvindeki ikinci yaratılış öyküsü. birinci öyküde adham-âdem sözcüğü bir tür adı niteliğinde, "genel olarak insan" anlamında kullanılmakta. yani, bir tür genelleme sözkonusu. ikinci öyküde ise adham-âdem yine genel anlamda, ama bu kez "o adam" anlamında kullanılmakta.2 havva ise özel, tek bir kadının adı.3 ayrıca bu öyküde, aden bahçesinde, ikincisinde tek bir iyiyi ve kötüyü bilme ağacına indirgenmiş olan iki ağaç; iyiyi ve kötüyü bilme ağacı ve hayat ağacı olduğu da görülüyor.4

öykü bitmiyor... kadın/havva bir yılan tarafından, âdem ise havva tarafından kışkırtılıyor. bunun sonucunda iyiliğin ve kötülüğün bilgisini taşıyan ağacın yasak meyvesinden yiyorlar ve aden bahçesinden kovuluyorlar. bu itaatsizliğin sonucu olarak, yılan karnı üstünde sürünmeye ve gizinin bekçisi olduğu kadına düşman olmaya5; kadın doğum sırasında acı çekmeye ve kocasına boyun eğmeye; erkek ise yaşamını sürdürmek için çalışmaya, acı çekmeye ve ölmeye mahkum ediliyor. 6

islâm inancında öykü bu kadar ayrıntılı değil. âdem insanlığın atası ve ilk peygamber, onun kaburga kemiğinden yaratılan havva da insanlığın anası olarak kabul ediliyor.7

öyküde başka bir hayvanın değil de yılanın bir motif olması rastlantı olmasa gerek. çünkü, her ne kadar tekvin'de yılanın kendi başına bir ilah olduğunu belirten hiçbir şey geçmese de, tek tanrılı dinlerden önceki dönemin öykülerinde kendi başına bir ilah; mitolojilerde toprak ananın bilgeliği ve onun gizli bilgisinin -sınırsız cinselliğinin, doğurganlığının- bekçisi yılan eşi birlikte anılmakta. bunun yanında, yunan bilgi ve yeniden dünyaya gelme tanrısı hermes yılanlı bir asa -cadeceus taşımaktaydı. ayrıca yılanın deri değiştirmesi ve böylelikle gençliğini yenilemesi, onu yeniden dünyaya gelme gizinin ustası yapmıştı. -bu nedenle olsa gerek hermes'in tuttuğu cadeceus bugün de hâlâ tıbbın simgesi. yılanın göksel simgesi ise, 28 gün olan bir dönüşü kadın rahminin âdet çevrimine denk gelen aydır. ay, yaşam yaratan ritmin ölçü ve ilahıdır. bebeğin oluşum süreci ay'ın biçimleriyle belirleniyor, varlıkların onunla geldiğine ve gittiğine inanılıyordu; o doğum ve ölüm gizinin ilahıydı.

dinsel ya da mitolojik, tüm yaratılış öykülerinden sözetmek oldukça keyifli ve ilgi çekici. kimileri tarafından uygarlığın başlangıcı sayılan bu en ünlü yaratılış öyküsü ya da diğer bir deyişle kovulma öyküsü ataerkilliğin kurumsal ve ideolojik olarak yerleşişinin de öyküsüdür aynı zamanda. bu uygarlık denilen şeyin -en azından kadınlar açısından- sorgulanması gerektiğini ta en başından öykünün kendisi gösteriyor zaten. ama, öyküdeki çıplaklığa rağmen, ne hikmetse ardından gelen 'masum' olmayan, yaşamak zorunda bırakıldığımız 'masumiyet' öyküsünü farketmekte zorlanırız.

yine de, itiraf edeyim ki, tanrıçalar ve tanrılar arasındaki mücadeleleri anlatan mitolojik öykülerden, ataerkilliğe geçişin hiç de yaratılış öyküsündeki gibi net, kesin ve kolayca olmadığını çıkarmak içimde -haince sayılabilecek- bir coşku ve umuda neden oluyor. tıpkı adem'le havva gibi, feministler de modern 'aden bahçemiz'deki 'bilgi ağacının meyvesinden' ısırarak, bu "masumiyet" öyküsünün aslında masum olmadığını, bilmenin sorumluluğunu ve bu bilmenin getireceği faturaları ödemeyi üstlenerek, başka bir öykünün yazılabileceğini gösterdiler. ve bunun sonucunda, bu sefer tek başlarına olmak üzere ikinci kez kovuldular. -gittikleri yerse yalnızca gidenin bilebileceği kadar bilinemez...