NEW COMPETITION ORDER IN TURKEY



Market economy is based on competition. There are many economic advantages to flow from establishment of the competition order. Turkey has selected to carry out market economy by January 24 decisions in 1980. On the the other hand, Turkey wants to join EU. Because of these factors, Turkish Competition Law was made in 1994. The main competition rules governing undertake set out in articles 4 and 6 of the law. Article 4 controls agreements between undertakings, and article 6 prohibits the abusive exploitation of a dominant position. In my article, I will try to explain new competition order in Turkey in accordance with article 4 and 6 comparing to european competition rules

4054 SAYILI REKABETIN KORUNMASI HAKKINDA KANUN ILE OLUSTURULAN YENI REKABET DÜZENI


Günümüz serbest piyasa ekonomik koşullarının temelinde rekabet vardır. Rekabetin temelini ise tüketicilerin tatmin edilmesi gereken istek ve ihtiyaçları oluşturmaktadır. Bu nedenle, tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarına yanıt verecek güvenli, kaliteli ve de ucuz mal üretmek için işletmeler bir yarışa gireceklerdir, bu da rekabeti yaratacaktır. Ancak, rekabetin eşit olmadığı, tekellerin ve kartellerin oluştuğu bir ortamda tüketicilerin ve dürüst üreticilerin mağdur olacağı açıktır.

Bu nedenle, 1980'lerden itibaren serbest piyasa ekonomisine alışmaya çalışan Türk Ekonomisi'nde hem rekabete bir düzen getirmek hem de Avrupa Birliği'nde uygulanan mevzuata uyum sağlamak amacıyla 1994 yılında 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun çıkarılarak önemli bir adım atılmıştır. Bu kanunun işlerlik kazanabilmesi, şüphesiz, ancak Şubat 1997'de oluşturulabilen Rekabet Kurulu'nun etkin bir şekilde çalışmasıyla olacaktır. Böylece, dürüst üretim yapan işletmeler haksız kazanç sağlayan birleşme ve tekelleşmelerden korunurken, dolaylı olarak tüketiciler de piyasalardaki tekelci ve kartelci güçlerin sömürüsünden korunmuş olacaktır. Bu konular bağlamında hazırladığımız bu makalede 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ile Türkiye'de rekabete getirilen düzen genel esaslarıyla incelenmiştir. Bu incelemede Türkiye'deki rekabet kurallarının genel esaslarının açıklanması ve AB'deki kurallar ile karşılaştırılması ve Türkiye'de bu konuda uygulamada ne yönde çalışmalar yapılabileceğinin kanaatimizce ortaya konulması amaçlanmıştır.

I- GENEL OLARAK:

Rekabet, serbest piyasa ekonomisinin zorunlu bir şartıdır. İktisadi anlamda rekabet; ekonomik faaliyette bulunanların daha iyiye ulaşmak, daha çok maddi imkana kavuşmak, herşeyden daha çok pay koparmak için yarışmasıdır. Piyasa ekonomisi modelleri bu yarışmanın kurallarını yapmış, biçimini ortaya koymuş, rekabetin ahlaki yönünü de dikkate almıştır. Sayıları sınırlı olan üreticilerin rekabet edecek yerde daha çok kazanmak için birleşmeleri kendileri için akılcı bir davranış olmakla birlikte, serbest piyasa ringindeki hakem olan Devlet, bunu derhal "faul" olarak ilan eder ve birleşmeyi yarışma kurallarına aykırı bulur. Şu halde, rekabet, insan tabiatında var olan ve menfaatini kollama eğilimi ile ilişkili bulunan bir davranışın belli bir ekonomi modeli (piyasa modeli) çerçevesinde düzenlenmiş biçimidir.

Ekonominin serbest rekabetçi olması çeşitli nedenlerden istenmektedir. Serbest rekabet yalnızca kaynakların etkin kullanılmasını sağlamakla kalmaz aynı zamanda rakip malların fiyatlarının düşmesini ve bu pazarda daha büyük paya sahip olmak isteyen işletmelerin mallarının kalitesini arttırmalarına ve yeni teknolojilerin üretimde kullanılmasına da yol açar. Rekabetin hakim olduğu piyasalarda fiyatların tespitinde bireysel keyfilik yerini toplumsal tercihlere bırakırken, ekonomik verimlilik de optimal noktaya ulaşmaktadır. Rekabet sürecinin korunması ile ülke kaynaklarının halkın taleplerine göre dağılımı sağlanırken artan ekonomik verimlilik ile birlikte, genel refaha olumlu katkılar da sağlanmış olacaktır.

Klasik İktisat Doktrini rekabeti ekonominin düzenleyicisi olarak görmüştür. Rekabet, arz ve talep arasındaki dengeyi fiyat mekanizması aracılığıyla otomatik olarak kurmaktadır. Rekabet, arz ve talep kanunu ve fiyat mekanizması birbirine bağlı, birbirinden ayrılmaz koşullardır. Her ne kadar ekonominin kendi yasalarının varlığı bilinmekte ise de, uygulamada, devletin gözetimini sağlayacak hukuksal mekanizmanın oluşturulmadığı durumlarda çıkan krizler toplum için ağır sonuçlar yaratabilmektedir. Kapitalist ekonomi sistemi, özellikle sanayide üretim araçları mülkiyetinin giderek belli ellerde toplanması veya belirli ellerin kontrolüne girmesi yönünde bir gelişme gösterir. İşletmelerin sermaye yapılarını güçlendirerek büyümesi yanında başka işletmelerin devralınması, ticaret ortaklıklarının birleşmesi ya da çeşitli işletmelerin kartel ya da tröst oluşturmaları "ekonomik toplanma" denilen bu sürecin başlıca görünümleridir. Bu olaylar aynı zamanda optimum işletme büyüklüklerine ulaşmanın da başlıca yolları olmakla beraber, ekonomik toplanmanın ileri derecelerinde, bu sürecin sakıncalı sonuçları görülmeye başlar. Çünkü, ekonomik toplanma süreci ilerledikçe ve piyasaya yeni işletmelerin girişiyle bir denge kurulmadıkça piyasada rakip işletmelerin sayısı giderek azalır. Son aşamada oligopol veya tekeller ortaya çıkar. Dolayısıyla, çok sayıda alıcı ve satıcının karşı karşıya geldiği tam rekabet piyasası da yerini eksik rekabet piyasasına bırakır veya rekabet tümüyle ortadan kalkar. Böylece, hiçbir satıcı veya alıcının fiyatları etkileyemediği bir piyasadan fiyatların oligopol veya tekellerce belirlendiği bir piyasaya geçilir. Bu, ekonomik gücün kötüye kullanılmasına elverişli bir ortamdır. Çünkü, artık ne miktarda üretim, hangi fiyatan satış yapılacağı o piyasaya hakim olan tekel ve oligopolcülerin karar ve davranışlarına bağlıdır. Klasik arz ve talep kurallarına göre işleyen fiyat mekanizması işlevini yitirmiş, "piyasa ekonomisi" sisteminin temel varsayımlarından uzaklaşılmıştır. Bu koşullarda üretim faktörlerinin etkin ve verimli kullanımı da beklenemez. Gelir bölüşümündeki çarpıklıklar keskinleşir. Yükselen fiyatlar tüketicilerin ezilmesine yol açar. Oligopol veya tekeller sadece ekonomik koşullar doğurmakla kalmamakta, çoğu zaman demokratik rejimin işleyişini de kendi çıkarları doğrultusunda etkileyen bir güce de ulaşabilmektedir.

İşte, rekabet kurallarının devlet tarafından hiçbir şekilde düzenlenmediği durumlarda, serbest rekabet kendisini yoğun bir tekelleşmeye bırakmakta, bu da kaynakların savurgan kullanımına, ekonomik gelişmenin yavaşlamasına ve yüksek tekel fiyatlarına yol açmaktadır.

İktisadi rekabet, belirli bir piyasada faaliyet gösteren girişimcilerin ekonomik konularda serbestçe karar verebilme hakkıdır. Girişimcilerin özgürce karar alabilme hakkı olan rekabet, piyasa içinden veya dışından gelen etkilerle aksayabilmektedir.

Piyasa içinden kaynaklanan faktörler ile rekabetin kısıtlanmsı ise iki biçimde oluşmaktadır. Birincisi, rekabeti sınırlayıcı anlaşmalardır (kartel anlaşmaları). Girişimcilerin birbirleriyle anlaşarak kendi iradeleriyle rekabeti kısıtlamaları olan kartel anlaşmalarıyla, hukuki ve iktisadi varlıklarını koruyan teşebbüs veya teşebbüs birlikleri, belirli bir malın üretimi, pazarlanması ve fiyatı ile ilgili ortak bir tutum içine girerler.

Rekabetin bozulması için sadece serbestçe karar verme özgürlüğünün kısıtlanması yetmemektedir. Bu kısıtlamanın piyasanın normal işlemesinin ve temel fonksiyonlarının dışında yapılan anlaşmalar ile olması gerekmektedir. Örneğin, aynı malı üreten iki üreticinin önümüzdeki yıl için fiyatları belli oranda arttıracaklarına ilişkin yapacakları bir anlaşma da kural olarak rekabeti bozmaktadır.

Piyasa içinden kaynaklanan rekabeti bozucu ikinci durum ise tekellerdir. Tekellerin rekabeti kısıtlayıcı etkisi; tekelin bir piyasa içinde ileriye doğru, yani müşterilerine karşı ya da geriye doğru yani kendi hammaddesini karşıladığı kişilere (sağlayıcılarına; tedarikçilerine) karşı piyasa koşulları açısından bağımsız hareket etme gücüne sahip olmasından ileri gelir. Bu durumda tekelin kararları başka kişilerin özgürce karar vermelerini engeller.

Piyasa dışından kaynaklanan faktörler ile rekabetin kısıtlanması devletin piyasaya müdahale etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Devletin piyasadaki girişimcilerin karar alma özgürlüğünü kısıtlayıcı herhangi bir müdahalesi rekabeti kısıtlamaktadır. Örneğin, teşvik tedbirleri bir kısıtlamadır. Çünkü, teşvik alanları piyasa içinde oluşan faktörlerin dışında bir nedenle rakiplerine oranla daha üstün bir duruma getirmektedir. Fakat, burada hemen belirtmek gerekir ki, devlet müdahalesi yoluyla rekabetin kısıtlanması rekabeti koruyucu hukukun kapsamı dışında kalmaktadır. Çünkü, devlet bu müdahalesini bir kanunla yapmaktadır. Müdahalenin engellenmesi ilgili kanunun yürürlükten kaldırılmasıyla mümkündür. Öyleyse, Rekabet Hukukunun etki alanı piyasanın kendi içinden kaynaklanan etkenler tarafından rekabetin kısıtlanmasının kontrolüdür.

Bir devletin rekabet politikası, o devletin iktisadi alandaki diğer politikaları ile uyumlu olmalıdır. Örneğin, ihracat kartellerinin yasaklanması ihracatın teşviki politikası ile bağdaşmayabilir. Buna karşılık, ithalatın serbestleştirilmesinde uygun bir rekabet politikası izlenmezse, yabancı firmaların rekabeti kısıtlayıcı faaliyetleri dış ticaretin liberalleşmesinden beklenen yararı azaltabilir. Bunun gibi, özelleştirme ve "deregulation" politikaları uygun bir rekabet politikası ile yürütülemezse, devletin piyasadan çekilmesiyle ortaya çıkan boşluklar az sayıda özel sektör işletmesi tarafından doldurulabilir ve devlet tekellerinin yerini haksız bir şekilde elde edilmiş özel tekeller alabilir.

II- AVRUPA BİRLİĞİ'NDE REKABET KURALLARI:

Avrupa Birliği tek pazarının sorunsuz bir şekilde işleyebilmesi yeknesak rekabet koşullarının sağlanmasına bağlıdır. Ortak pazardaki herkese yönelik eşit fırsatları korumanın ve rekabetin özel sektör ya da kamu sektörü tarafından yapılan uygulamalar yüzünden bozulmasını önlemenin tek yolu AB içinde yeknesak rekabet koşullarını sağlamaktır. Birliğin görevlerinden biri de bu nedenle tek pazar çerçevesindeki, antlaşmalar ile belirlenmiş kurallara dayalı serbest rekabeti koruyacak bir sistem oluşturmaktır. Bu nedenle, firmalar arasındaki anlaşmalarla rekabetin sınırlanmsı veya piyasada baskın bir konuma sahip olan teşebbüslerin herhangi bir suistimalde bulunmaları yasaktır.

Avrupa Birliği rekabet politikasının çatısını firmaların rekabetçi olmayan davranışlarını genel olarak tanımlayan Roma Antlaşması'nın 85. ve 86. maddeleri oluşturmuştur. Bu tanımlamalar Adalet Divanı'nın geliştirdiği içtihatlarla daha da anlam kazanarak rekabet politikasının temelini teşkil etmiştir.

Roma Antlaşması'nın 85. maddesi rekabeti sınırlayıcı uygulamalara ilişkin genel kurallar getirmiştir. 85/1. Madde Ortak Pazar'daki etkin rekabeti engelleyen işbirliği uygulamalarını belirterek bunlara karşı temel bir yasaklama getirmekte, 85/2. madde ise bu uygulamaların hukuken geçersiz olduğunu belirterek birinci paragrafı tamamlamaktadır. 85/3. madde ise muafiyet tanınması şartlarını düzenlemiştir.

85/3. Maddeye göre, sözkonusu anlaşma ya da uygulamalar "üretimin veya malların dağıtımının geliştirilmesine ya da teknik veya ekonomik ilerlemenin özendirilmesine katkıda bulunuyorsa ve aynı zamanda bu durumdan ortaya çıkan kardan tüketicinin adil bir pay alması olanağı varsa; ilgili işletmelere, bu amaçlara ulaşmak için zorunlu olmayan sınırlamalar getirmemek ve ilgili ürünlerin piyasayı etkileyebilecek bölümü için işletmelere rekabeti bozma olanağı tanımamak" şartıyla muafiyet tanınabilmesi imkanı getirilmiştir. Böylece, tüketicilerin meydana gelecek yarardan uygun ölçüde istifade etmeleri koşuluyla, malların üretim ve dağıtımının düzenlenmesine, teknik veya ekonomik gelişmenin sağlanmasına yönelik anlaşmaların kartel yasağı dışında tutulabilmesi olanağı sağlanmıştır. Diğer bir deyişle, burada bir anlamda iyi ve kötü kartel arasında ayırım yapılmaktadır. Bu tür anlaşmalar ilke olarak kabul edilemez, ancak bazı durumlarda işbirliğinin sağlayacağı kazanç rekabetin kısıtlanmasının getireceği maliyetten daha önemli olabilir. İşte bu nedenle, 85/3. maddede öngörülen şartların olması halinde rekabeti etkileyen bazı kısıtlayıcı uygulamalar yeterli derecede olumlu etki yarattıkları gerekçesiyle bu yasa dışında bırakılabilmektedirler. 85/3. Maddenin uygulanması için, bu kısıtlayıcı uygulamalar ve anlaşmalara yönelik muafiyatler tanınabilmektedir. Komisyon'un 85/1. maddenin tek bir anlaşma için uygulanmayacağı yönünde karar alması bireysel muafiyeti, çeşitli anlaşma kategorileri için karar alması ise grup muafiyetlerini oluşturmaktadır. Dikey entegrasyon, dağıtım (distribütörlük) ve en önemlisi Ar-Ge alanlarında yapılan anlaşmalar grup muafiyeti kapsamına girmektedirler.

Birlik içinde, teşebbüsler arasında yapılan rekabeti bozucu anlaşmaların veya kararların önlenmesi AB rekabet politikasının ana amaçlarından biridir. Bunun yanında, herhangi bir anlaşma yapılmasa bile, piyasaya hakim durumda bulunan teşebbüslerin bu güçlerini kötüye kullanarak ilgili piyasada rekabeti sınırlandırmasını önlemek de AB rekabet politikasının amaçları arasında bulunmaktadır. Piyasada üstün durumda bulunan işletmelerin bu güçlerini kötüye kullanmalarının önlenmesi Roma Antlaşması'nın 86. maddesiyle düzenlenmiştir. 85. Maddedeki yasaklara belli koşullar altında istisnalar olmasına karşın, 86. madde ile düzenlenen hakim durumun kötüye kullanılması ile ilgili olarak hiçbir istisna mevcur değildir.

Bir teşebbüsün hakim durum (dominant position) tanımlamasına girebilmesi için; sahip olduğu pazar payı, teknik bilgi, hammadde veya sermaye kolaylığı gibi ekonomik anlamda güçlü olması sebebiyle, rakiplerini, alıcılarını veya tedarikçilerini dikkate almadan, bağımsız olarak davranabilen ve bu ekonomik gücünü rekabeti önlemekte kullanarak fiyatları tespit edebilen veya üretim ve dağıtımı kontrol edebilen bir yapıda olması gerekmektedir.

Hakim durumun kötüye kullanılması ise çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilmektedir. Bunlardan başlıcası fiyatlarla ilgili durumlardır. Yıkıcı fiyatlama (predatory pricing) ve ayrımcı fiyatlama (discriminatory pricing) önde gelen örneklerdir. Yıkıcı fiyatlama, piyasada rekabetle karşılaşan bir teşebbüsün bu rekabeti ortadan kaldırmak için genellikle maliyetin aşağısında fiyat uygulamasıdır. Böyle bir davranışta bulunan firma, rakipleri düşük fiyatlara dayanamayıp piyasayı terk ettikten sonra istediği yüksek fiyatları saptayabilecektir. Farklı müşterilere farklı fiyatları, bu farklılık maliyetlerle ilişkili olmaksızın uygulamak ise ayrımcı fiyatlama olarak adlandırılmaktadır ve bu uygulama da hakim durumun kötüye kullanılması olarak kabul edilmektedir.

AB rekabet politikasının diğer bir amacı da işletmelerin füzyon şeklindeki birleşmelerini önlemektir. Bu faaliyetlerin kendine özgü nitelikleri dolayısıyla füzyon biçimindeki toplanma faaliyetlerinin kontrolünü sağlamak amacıyla yeni düzenlemelere gidilmiştir. Bu konuda en son düzenleme ise 21 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren Şirket Birleşmesi Yönetmeliği ile yapılmıştır. Şirket Birleşmesi Yönetmeliği, birden çok üye devlette etkisi olması muhtemel önemli şirket birleşmelerini, devirlerini ve ortak işletmeleri etkin bir şekilde kontrol etmek amacıyla Konsey tarafından 1989 yılında kabul edilmiştir. Bu yönetmelik Komisyon'a şirketlerin birleşme ve yönetimi devralmalarını kontrol etme yetkisini vermiştir.

Firmalar için konulan rekabet kuralları mal ve kıymetlerinin AB üyesi ülkelere satan AB içi ve AB dışı bütün firmaları ilgilendirmektedir. AB kökenli olmayan firmaların da AB rekabet kurallarına aykırı bir davranış içinde bulunmamaları gerekir. Aksi halde cezalandırılabilirler. Rekabet kurallarına aykırı olmanın şartı ise üye ülkeler arasındaki ticareti olumsuz yönde etkilemiş olmaktır. Yoksa, şirketler arasında yapılan bir anlaşma veya uyumlu bir davranış üye ülkeler arasındaki ticareti değil de, örneğin Japonya ile olan ticareti olumsuz etkiliyorsa AB rekabet kurallarına aykırı bir durum oluşturmaz. Ancak, bu durumun tersi sözkonusuysa, yani AB dışında kurulmuş olan şirketlerin aralarında yapmış oldukları bir anlaşma veya uyumlu davranış AB'deki ticareti olumsuz yönde etkiliyorsa AB rekabet kuralları ihlal edilmiş sayılır. AB rekabet kuralları AB kökenli şirketlerin AB dışındaki davranışlarına AB üyesi devletler arasındaki ticareti etkilemedikçe bir sınırlama getirmemektedir. Bu nedenle, AB rekabet kurallarındaki ana gaye, AB içindeki rekabeti ve tüketici refahını korumaktır.

III- TÜRKİYE'DE REKABET KURALLARI:

Avrupa Birliği'nin rekabet kuralları, Türkiye'ye de girmiş olduğu gümrük birliği nedeniyle beraberinde bazı düzenlemeler getirmiş ve bu konuda bir kanun çıkarılması gerekmiştir.

Burada hemen belirtmemiz gerekir ki, gümrük birliğiyle Türkiye'nin üstlendiği yükümlülükler bir yana, Türk Hukuku'nda rekabetin korunması anayasal bir zorunluluk olarak düzenlenmiştir. Anayasamızın 167. maddesinin bu konuyla ilgi hüküm içerdiğini görüyoruz. Bu hükümde; "Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler." denilmektedir.

Anayasamızın 167. maddesinde görüldüğü gibi, Devlet tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemekle kendini yükümlü tutmuştur. 1982 Anayasası, rekabeti sınırlayıcı anlaşma ve uygulamalar karşısında kesin bir tutum ortaya koymuştur.

Böylece, hem Anayasa'nın 167. maddesi hükmünün ve 80'lerden sonra uygulanan ekonomik rejimin doğurduğu zorunluluk gereği olan, hem de Türkiye'nin gümrük birliğine girerken çıkarması gereken yasalardan birisi olan rekabet yasası 1994'de "Rekabetin Korunması Hakkında Kanun" ile hayata geçirilmiştir. Rekabetin Korunması Hakkında Kanun büyük ölçüde AB Rekabet Hukuku mevzuatı örnek alınarak hazırlanmıştır.

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un amacına ve kapsamına da burada değineceğiz. İktisadi rekabet yukarıda da açıklandığı gibi piyasa içinden ve piyasa dışından gelen etkiler olmak üzere iki tehlike ile karşı karşıyadır. Piyasa dışından kaynaklanan tehlike devletin ekonomiye müdahale ederek piyasadaki teşebbüslerin karar verme özgürlüğünü kısıtlamasıdır. Rekabeti tehdit eden ikinci tehlike ise piyasa içinden, piyasada faaliyet gösteren işletmelerden gelir. Bu tehlike kendisini "iktisadi toplanma" şeklinde gösterir. İşte, rekabet kanunlarının amacı rekabeti bu toplanma etkisinden korumaktır. Rekabet Kanunlarında işletmelerin anlaşmalarla, birleşme ve devirlerle veya pazar gücünü kötüye kullanmak suretiyle rekabeti sınırlamaları yasaklanmaktadır.

Serbest rekabetçi sistemleri benimseyen tüm ekonomilerde bu sistemi koruyucu nitelikli rekabet kanunlarına gerek vardır. Rekabet kanunu serbest piyasa ekonomisinin anayasası olarak nitelendirilmektedir. Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 1. maddesinde kanunun amacı "... mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamak" şeklinde belirtilmiştir.

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesi rekabeti bozucu anlaşmaları yasaklayan madde, Kanun'un 6. maddesi piyasada hakim durumun kötüye kullanılmasını yasaklamakta ve birleşme-devralma kontrolünü sağlayan 7. madde ile de Kanununumuzun üç temel maddesi ortaya çıkmaktadır.

Rekabeti bozucu bazı anlaşmalar ekonomiye sağladıkları başka yararlar nedeniyle rekabeti bozmalarına rağmen göz yumulması gereken anlaşmalardır. AB Hukukunda bu olanağı sağlayan "muafiyet" düzenlemeleri yapılmıştır. Bizim Kanunumuzda da 5. madde muafiyet konusunu hükme bağlamıştır. Muafiyet sadece 4. madde kapsamında verilmiştir. Yani, tekel konumunun kötüye kullanılması eylemine muafiyet verilmesi sözkonusu değildir. Ancak, ekonomiye sağladıkları başka yararlar nedeniyle rekabeti bozucu bazı anlaşmalara muafiyet verilmesi mümkündür. Bu düzenlemeler AB mevzuatının aynısıdır.

Kanaatimizce Türkiye'de geniş bir uygulama alanı bulması gereken uyumlu eylem kavramına da burada açıklık getirmek istiyoruz. "Uyumlu eylem" ile "anlaşma" farklı kavramlardır. Tarafların bir centilmenlik anlaşması olarak dahi nitelendirilebilecek bir anlaşma yapmadıkları durumlarda, pazar yapısının gereği olarak, belki de hiçbir şekilde görüşmedikleri halde birbirine paralel davranışları, fiyat arttırımları, kalite ve ürün değişiklikleri, aynı oranda zamlar gibi uygulamalrı uyumlu eylem olarak nitelendirilmektedir. Bununla ilgili olarak Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesinde uyumlu eylem karinesi kabul edilmiştir.

Karine, bilinen olaylardan hareketle bilinmeyen sonuçlar çıkarmak demektir. Hukukta belli bir konuda karine varsa ispat yükü karşı tarafa geçer. 4. Maddenin son fıkrasında taraflardan herbirinin uyumlu eylemde bulunmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabileceği belirtilmiştir. Uyumlu eylemin varlığını Rekabet Kurulu kanıtlamak zorunda değildir, işletme bunun aksini kanıtlama hakkına sahiptir. Böylece, Rekabet Kurulu'na da kolaylık sağlanmakta ve iş yükünün lüzumsuz ölçüde artmasına engel olunmaktadır.

Türkiye'de uyumlu eylem yasağının geniş bir uygulama alanı olduğu kanaatindeyiz. Örneğin, Türkiye'de başta basın ve otomobil sektöründekiler olmak üzere firmaların ürünlerine ayrı ayrı zamlar yaptıkları pek görülmüş şey değildir. İşte bütün bunların 4054 sayılı Kanun'un öngördüğü uyumlu eylem yasağı çerçevesinde Rekabet Kurulu tarafından kontrol edilebilir ve cezalandırılabilir eylemler olduğu kanaatindeyiz.

Rekabet Kurulu'na Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un uygulanmasında etkin bir görev verilmiştir. Rekabet Kurulu'nu AB açısından AB'nin icra organı olan AB Komisyon'unun 4 numaralı genel müdürlüğüne (Rekabet Genel Müdürlüğü) benzetmek mümkündür. Genel müdürlük araştırmayı ve soruşturmayı yapmakta, cezayı da vermektedir. Komisyon bir karar vermeden önce şirket yetkililerinin savunmalarını dinlemektedir. İdari nitelikte para cezası verebilmektedir ve cezayı alan firma verilen karardan memnun değilse AB Adalet Divanı'na giderek dava açabilmektedir.

1989 Yılında AB Bidayet Mahkemesi kurulduktan sonra Avrupa Birliği kurumları'nın rekabet kurallarının uygulanmasına ilişkin tasarruflarına karşı gerçek ve tüzel kişilerin açacakları davalara bakma görev ve yetkisi bu mahkemeye verilmiştir. Ancak, Bidayet Mahkemesi'nin vereceği kararlara karşı da Adalet Divanı'na temyiz başvurusu yapılabilir.

Bizim sistemimizde de AB mevzuatına paralel bir düzenleme yapılmıştır. Komisyon kararları AB Bidayet Mahkemesi'nde temyiz edilebilirken, Rekabet Kurulu'nun nihai kararlarına ve süreli para cezalarına karşı kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren süresi içinde Danıştay'a başvurulabilir (4054 Sayılı Kanun, md.55/1).

Rekabet Kurulu bir nevi mahkeme gibi çalışmaktadır. Soruşturma yapılması sözkonusu olduğu takdirde soruşturmanın muhatabı her zaman Kurul önünde kendisini savunma hakkına sahiptir. Kurul kendisinin yazılı ve sözlü görüşünü almadan ceza kararı veremez. Bu, idare hukukunda idari usul denilen mekanizmadır. Eğer Kurul, kişnin savunmasını almadan, sözlü görüşlerine başvurmadan karar almışsa yargı mercii yani Danıştay işin esasına girmeden kararı doğrudan iptal eder. Kurul eğer kararında muhataba bildirmediği, onun görüşünü almadığı gerekçelere dayanırsa yine usulden iptal edilir. Dolayısıyla, Kurul bir mahkeme gibi çalışmaktadır.

Kanaatimizce, Rekabet Kurulu'nun karar alma sürecinde uyması gereken kuralların düzenlenmesi olumlu bir gelişmedir. Çünkü, getirilen düzenlemeyle Kurul'un kapalı kapılar arkasında karar alması imkanı elinden alınmıştır. Soruşturmanın muhatabının Kurul'un önünde kendisini savunması ve Kurul'un çalışmaları hakkında bilgiye sahip olması garanti altına alınmıştırç Dolayısıyla, getirilen bu düzenlemenin demokratik bir düzenleme olduğu kanaatindeyiz.

Rekabet Kurulu konusunda son olarak, Kurul'un kanaatimizce yapması gereken bazı çalışmaları açıklayalım. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ülkemizdeki yüksek enflasyonla mücadeleye Rekabet Kurulu'nun da katkıları olacaktır. Piyasalardaki hertürlü kartelleşmeyi önlemekle görevli olan Rekabet Kurulu, böylece, piyasalara kartellerin egemen olmasından kaynaklanan suni fiyat artışlarının da önüne geçebilecektir. Rekabet, aynı sektördeki üreticilerin yapacakları fiyat artışlarını sınırlamaktadır. Bununla ilgili olarak basında yayınlanan bir araştırma sonucu da bunu doğrulamaktadır. Bu araştırma sonucuna göre, üreticiler rekabetin keskinleştiği sektörlerde mallarını satabilmek için fiyat artışlarını sınırlı tutmakta ve rekabet nedeniyle beyaz eşya ve konfeksiyon gibi sektörlerde fiyat artışları enflasyonun altında seyretmektedir. Görüldüğü gibi, ülkedeki enflasyonla mücadelede rekabetin yaygınlaştırılması bir araç olarak kullanılabilecektir. Bunun yapılabilmesi için, büyük görevler üstlenen Rekabet Kurulu'nun etkin bir biçimde çalışması gereklidir. Rekabet Kurulu üreticileri birbirleriyle yarıştırarak daha ucuz ve daha kaliteli mal üretmelerini sağlamalıdır.

Günümüzde piyasalar oligopolistik bir karakter kazanmıştır. Oligopol piyasasında bir firma fiyat yükselttiği zaman diğerlerinin fiyat yükseltmeyip piyasa paylarını arttırmaları gerekir. Halbuki Türkiye'de bir firma fiyat yükselttiği zaman diğerleri de yükseltiyorlar. Rekabet Kurulu hangi piyasa türünde olursa olsun firmaların Tam Rekabet Piyasasında bulunuyormuş gibi davranmalarını sağlamalıdır; yani bu durumda firmanın fiyat yükseltmemesi gerekir. Dolayısıyla, Rekabet Kurulu'nun harekete geçerek firmaların arasında uyumlu eylem olup olmadığını araştırması lazımdır. Yukarıda da açıklandığı üzere, aralarında bir anlaşma varmış gibi aynı paralelde hareket eden firmalar mevcutsa Kurul'un anlaşmayı ispat etmesi gerekmemekte; salt bu firmaların uyumlu eylemine ceza verebilmektedir.

Sonuç:

Rekabet Politikası uygulandığı ülkenin gerek politik, gerek ekonomik, gerekse tercihlerini ortaya koyması bakımından çok büyük önem taşımaktadır. Türkiye de özellikle 24 Ocak Kararları ile başlayan süreçte tercihini piyasa ekonomisi sisteminden yana koymuş ve bu bağlamda serbest piyasa ekonomisinin anayasası olarak nitelendirilen rekabet kanununu çıkarmıştır. 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun Türkiye'de piyasa ekonomisinin işlerliğini ve korunmasını sağlamayı amaç edinmiştir.

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun, hukuka aykırı rekabet sınırlamalarına karşı önlemler alınması ve pazarın sağlıklı bir biçimde işlemesi ve geliştirilmesini emreden anayasal bir ödevin gereği olduğu gibi uygulanmakta olan ekonomik rejimin gereği ve böyle bir sistemin etkin olarak işleyebilmesinin de ön koşuludur. Kanunun amacı da 1. Madde'de de "mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeri yaparak rekabetin korunmasını sağlamak" şeklinde ifade edilmiştir. Kanun'un 1. maddesinde belirtilen bu amacın gerçekleşmesi için de, kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip "Rekabet Kurulu" kurulmuştur. 4 Kasım 1997'de "resmen" çalışmaya başlayan Rekabet Kurulu, ilk incelemesini hakim durumun kötüye kullanılması yasağına ilişkin olarak yine Kasım 1997'de başlatmıştır. Rekabet Kurulu halen gerek şikayet nedeniyle, gerekse resen harekete geçerek çok sayıda firma hakkında ön araştırma başlatmıştır. Rekabet Kurulu, rekabetin korunmasına ilişkin faaliyetler konusunda izin vermek, kanuna aykırı durumkarda ise para cezası veya faaliyeti durdurma kararı verebilme yetkisi ile donatılmıştır.

Ülkemizde etkin bir rekabet düzeninin oluşturulmasıyla daha kaliteli mal ve hizmetin daha ucuza alınabilmesi fırsatının doğacağı ve böylece toplumumuzun refah düzeyinin artacağı kanaatindeyiz. Piyasalarımızda üretim kalitesinin artması, verimli ve tüketici talebine uygun bir üretim sürecinin başlaması sonucunu doğuracaktır. Bu ise ülkemizin rekabet gücünü arttıracaktır. Türk firmalarından gümrük birliği içinde AB firmaları ile rekabet etmesi bekleniyorsa, bu önce kendi iç piyasalarımızda etkin bir rekabetin sağlanması ve bu şirketlerin verimlilik esasına göre çalışmasıyla mümkün olacaktır.

Türkiye ancak rekabet gücünün artmasıyla dünya piyasalarında kendisini gösterebilecektir. Bu ise ülkede etkin bir rekabet düzeninin oluşturulmasıyla sağlanabilir. Bunun oluşturulması ve gümrük birliğine uyum sürecini hızlandırması açısından Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ile önemli bir adım atılmıştır. Bundan sonra yapılacak iş, ülke gerçeklerine uygun, sağlıklı bir rekabet politikasının oluşturulup bir an önce uygulanmaya başlanmasıdır.
Send me an Email