Descartes Rene

 

1591-1650 yılları arasında yaşamış, modern felsefenin kurucusu olarak ün kazanmış Fransız filozof. Temel eserleri: Regulae ad Directionem Ingenii (Aklın İdaresi İçin Kurallar), Principia Philosophiae (Felsefenin İlkeleri), Discours de le Methode (Yöntem Üzerine Konuşma), Meditations Metaphysiques (Metafizik Düşünceler).

Temeller: Yeni bir doğa ve insan anlayışının ortaya çıktığı, araştırma yöntemlerinin yeni baştan oluşturulduğu bir çağda, bilimlere bir temel kazandırmayı, ve ruhla bedeni, tinsel olanla fiziki olanı, geleneksel dini öğretilerle de yeni bilim görüşünü uzlaştırmaya çalışmış ve çağının bilimlerini yeni baştan inşa etmeyi kendisine bir amaç olarak belirlemiş olan Descartes, yetkin bilgi modeli olarak gördüğü matematiği örnek almış ve amacı için mutlak olarak kesin olup, kendisinden hiçbir şekilde kuşku duyulamayan bir başlangıç noktası bulmaya çalışmıştır.

Matematikten etkilenmiş, felsefede de, matematikteki gibi, sağlam bir yönteme ve sağlam temellere sahip olabilirsek, felsefenin kapsamı içine giren konularda da kesin bilgilere sahip olacağımızı savunmuş olan Descartes'in felsefesinin iki temel yönü vardır. Bunlardan birincisi yoğun bir biçimde bireysel olan bakış açısıdır. Metafizik Düşünceler adlı eserinde, Descartes, hep 'ben' diyerek konuşur; öğretilerini sistematik bir biçimde serimlemek yerine, kuşkudan kesinliğe doğru bir seyahat yapar. Bu çerçeve içinde, dış dünyadan, varlıktan değil de, özneden yola çıkışı Descartes'i modern felsefenin kurucusu yapmıştır. İkinci önemli yönü ise, felsefeyi yeni baştan ele alma ve kurma arzusudur, ki o burada, zamanının yeni yöntemlerinden ve bilimsel bulgularından etkilenmiştir.

Metafiziği: Bilgi görüşünde akılcı olan Descartes, insan aklının iki temel yetisi ya da gücü bulunduğunu söyler. Bunlardan birincisi sezgi, diğeri tümdengelimdir. Sezgi insan zihninde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan ve son derece açık olan bir kavrayış faaliyetidir. Sezgi, Descartes'a göre, özel bir duygudur ve akılyürütmelerimizde bize yol gösterir, yanıldığımızı ya da doğru bir sonuca ulaştığımızı bildirir. Aklın ikinci gücü olan tümdengelim ise, tam bir kesinlikle bilinen doğrulardan yapılan zorunlu çıkarımdır.

Matematik, Descartes'a göstermiştir ki, insan zihni birtakım doğruları açık ve seçik olarak kavrayabilmektedir (sezgi). Ve yine, insan zihni bildiği bazı doğrulardan hareket edip düzenli bir şekilde ilerleyerek, bu doğrulardan henüz bilmediği başka doğruları türetebilmektedir (tümdengelim). Buna göre, biz sezgiyle bazı doğruları açık ve seçik olarak ve doğrudan kavrarız. Tümdengelimde ise, Descartes'a göre, bu doğrulardan kalkarak başka doğrulara bir süreçle, zihnin sürekli ve kesintiye uğramayan bir hareketiyle ulaşırız.

Descartes, daha sonra aklın bu iki gücüne gereği gibi yol göstereceğine inandığı kurallara dayanıp, sadece aklı temele alarak kendi sistemini kurmaya geçmiştir. Sisteminin mutlak olarak kesin olan başlangıç doğrusuna ulaşabilmek için de, o doğru olduğu açık ve seçik bir biçimde bilinmeyen hiçbir şeyi doğru kabul etmemek gerektiğini bildiren kural uyarınca, herşeyden kuşku duymaya, yanlış ya da kuşkulu olduğunu, ve yanlış ya da kuşkulu olmasının muhtemel olduğunu düşündüğü herşeyi reddetmeye karar vermiştir. Kuşkuyu son sınırına kadar götüren Descartes, bu süreç sonunda, kuşku duyabilmesi için, öncelikle varolması gerektiği sonucuna varmıştır. Ona göre, istisnasız herşeyden kuşku duyan bir insan, kuşku duymakta olduğundan kuşku duyamaz, zira kuşku duyarken, kuşku diye bir bir şeyin varolduğunu, dolayısıyla kuşku duyan 'ben'inin varolduğunu açık ve seçik olarak bilir. Nitekim, o 'Düşünüyorum, öyleyse varım' sonucuna varmış ve böylelikle düşünen bir varlık olarak kendi varoluşunu kanıtlarken, çıkış noktası özne olan modern felsefeye yön vermiştir.

Descartes, daha sonra da bu sonuçta, kendisini bu önermenin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde doğru olduğu konusunda ikna eden öğenin ne olduğunu bulmaya çalışmıştır. Ona göre, bu sonucu kesin olarak doğru kılan öğe, kendisinin önermede iddia edilen şeye ilişkin 'açık ve seçik' algısıdır. Demek ki, açık ve seçik olarak algılanan bir şeyin yanlış olabilmesi imkansızdır.

Descartes kuşku süreciyle kendilerinden kuşku duyduğu tüm eski inançlarını eledikten ve kuşku duymak suretiyle, düşünen bir varlık olarak kendi varoluşunu kanıtladıktan, böylelikle de sisteminin temel başlangıç doğrusunu bulduktan ve bu arada, bir önermeyi doğru kılan ölçütün açık ve seçiklik olduğunu belirledikten sonra, aynı ölçütü kullanarak bilincinin dışına çıkmaya ve yeni doğrular bulmaya geçmiştir. Buna göre, onun zihninde bulunan açık ve seçik düşüncelerden biri de yetkinlik düşüncesidir. Duyu-deneyinden türetilen düşünceler açık ve seçik olmadığına, doğal dünyada yetkin olan bir şeyle karşılaşılamayacağına ve bu düşünceyi, kusurlu bir varlık olan insanın kendisi yaratamayacağına göre, yetkinlik düşüncesini, insan zihnine kendisi de yetkin olan bir varlık vermiştir. Bu yetkin varlık, Tanrı'dır. İnsan zihnindeki yetkinlik düşüncesini ona kendisi de yetkin olan Tanrı vermiş ise, nedende sonuç kadar gerçeklik olduğundan, buradan Tanrı'nın varolduğu sonucu çıkar. Descartes'a göre, insan, şu halde, kendi varoluşunun ve Tanrı'nın varoluşunun bilgisine sahip olabilir.

İnsan matematikte de açık ve seçik düşüncelere sahiptir, dolayısıyla matematiksel bilgiye sahip olabilir. Acaba insan bu sınırların ötesine geçerek, başka bilgilere sahip olabilir mi? Descartes'a göre, açık seçik düşünceler arasında, dış dünyadaki fiziki varlıklarla ilgili olarak, yalnızca bu varlıkların matematiksel özellikleriyle ilgili düşünceler vardır. Bir cismi düşündüğümüz zaman, onun hakkında açık ve seçik bir düşünceye sahip olabilirsek eğer, açık ve seçik düşünce, yalnızca o cismi belli bir şekli, belli bir konumu ve belli bir hacmi olan bir şey olarak düşünmenin sonucu olan bir düşünce olabilir. Dış dünya ve bu dünyada bulunan nesneler söz konusu olduğu sürece, sahip olabileceğimiz açık ve seçik düşünceler, bu nesnelerin matematiksel özellikleriyle ilgili olan düşüncelerdir. Bununla birlikte, bu düşünceler bize onların 'varolduklarını' söyleme imkanı bırakmaz.

Descartes'a göre, nesnelerin var olup olmadıklarını doğrudan doğruya düşüncelerden nesnelerin kendilerine giderek kanıtlayamıyorsak, onların varoluşunu dolaylı bir yoldan kanıtlayabiliriz. Buna göre, insanda bir yandan dış dünyadaki nesnelerle ilgili düşünceler ve bir yandan da fiziki bir dünyanın varolduğuna inanma eğilimi var ise, söz konusu düşünce, duyum ve izlenimlerin nedeni sırasıyla insanın kendisi, Tanrı ve dış dünyadaki nesnelerin bizzat kendileri olabilir. O bunlardan birinci alternatifi, insanda kendi deneyimini, izlenimlerini dilediği gibi oluşturabilme gücü bulunmadığını söyleyerek eler.

İkinci olasılık, dış dünya ve bu dünyadaki varlıklar varolmadığı halde, insandaki izlenimleri ve düşünceleri Tanrı'nın yaratmış olması olasılığıdır. Descartes, daha önce Tanrı'nın insanları aldatmadığını göstermiş olduğu için, ikinci ihtimali de eler. Bu durumda, geriye tek bir olasılık kalır: İnsan zihnindeki dış dünyayla ve bu dünyadaki varlıklarla ilgili ide ya da düşüncelerin nedeni, dünyanın bizzat kendisidir, bu dünyadaki varlıklardır.

Descartes'a göre, tözün her zaman özünü meydana getiren ve diğer niteliklerin kendisine bağlı olduğu temel bir niteliği vardır. Buna göre, bir tözün, tüm diğer niteliklerinin kendisini varsaydığı, temel, onsuz olunamaz niteliği hangisidir? Öyle ki, tözle ananiteliği arasında bir ayırım yapılamasın. Descartes'a göre, ruhun, tinsel tözün ananiteliği düşünme olup, ruh her zaman düşünmeyle özdeştir. Maddenin özü ise, yer kaplama ya da uzamdır. Bu çerçeve içinde, maddenin şekil ya da hareketi, yer kaplama olmadan düşünülemez. Buradan da anlaşılacağı üzere, Descartes maddi ya da cisimsel töz açısından, geometrik bir varlık anlayışı geliştirmiştir.

Descartes'ın bu varlık görüşü, gelişen bilime fazlasıyla uygun düşmekle birlikte, madde ve ruhtan, ya da beden ve zihinden meydana gelen bileşik bir varlık olan insan söz konusu olduğunda, büyük bir güçlüğe yol açar. Varlık alanı madde ve ruh diye kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığı için, eskiden birlikli ve bütünlüklü tek bir töz olan insandan, şimdi aralarında ortak hiçbir nokta bulunmayan iki töz çıkar.

Buna göre, Descartes, bir yandan açıklık ve seçiklik ölçütünü uygulayarak, madde ve ruh, beden ve zihin arasındaki gerçek farklılık ve ayırımı vurgulama ve hatta ikisini de tam ve bağımsız tözler olarak düşünmek durumunda kalmıştır. Ama aralarında ortak hiçbir yön bulunmadığı için yer kaplamayan fakat düşünen tinsel töz, düşünemeyen, fakat yer kaplayan maddi tözü, maddi töz ya da beden de tinsel töz ya da zihni etkileyemez.

Öte yandan, gündelik deneyimin, ruhun beden, bedenin de ruh tarafından etkilendiğini, ve bu ikisinin bir anlamda bir birlik meydana getirdiğini ortaya koyan olguları vardır. Descartes burada, karşılıklı etkileşimciliği savunup, bedenle zihin arasındaki etkileşimin beynin arkasında bir yerde, kozalaksı bezde gerçekleştiğini söyler. Başka bir deyişle, o zihinle beden arasındaki ilişkiyi bir gemiyle onu yüzdüren kaptan arasında geçen ilişkiye benzer bir ilişki olarak tasarlamıştır.

Bilgi görüşleri: Descartes bilgi görüşünde, gerçek bir akılcı, hatta apriorist ve doğuştancıdır. Tasarımsal bir algı kuramı benimsedikten ve algılanan her ne ise, zihinde olduğunu söyledikten sonra, ideleri, fikir ya da düşünceleri, dışardan gelen olgusal ideler (ideae adventitiae), zihin tarafından, imgeleme dayanarak oluşturulan ide ya da düşünceler (ideae factitiae) ve doğuştan getirilen düşünceler (ideae innateae) olarak üçe ayrılır. Bunlardan açık ve seçik olan, bizi bilgiye götüren ideler, yalnızca doğuştan düşüncelerdir.

Yanlış problemi söz konusu olduğunda ise, Descartes, insanda yanlışa neden olabilecek iki yeti olduğunu söylemiştir: Anlama yetisi ve irade. Anlama yetisinin kapsam bakımından sınırlı olduğu, yalnızca açık ve seçik olanla sınırlanmış olduğu yerde, irade kapsam bakımından sınırsız bir güçtür. Buna göre, insan iradeyi sınırlayamamakta, tam tersine onu tam olarak anlamadığı şeyleri tasdike zorlayarak genişletmektedir. Anlama yetisinin görevi kavramak, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Oysa, irade doğruluk ve yanlışlık konusuna kayıtsız olup, anlama yetisinin sınırlarını aşar. Bundan dolayı, irade, anlama yetisinin açık ve seçik olarak kavrayamadığı şeyleri olumladığı için, yanlışın neden olur.

Ahlak görüşleri: Ahlak alanında, önce insanın özgür olduğunu göstermeye çalışan Descartes, daha çok geçici bir ahlak, bir durum ahlakı önermiştir. Bu çerçeve içinde, o insanın, talihini yenmeye kalkışmaktansa, öncelikle kendisine egemen olmaya çalışması gerektiğini, kişinin, yaşamı boyunca anlama yetisi ve kavrayışını geliştirmeye çalışarak, dünya düzenini değiştirmeye kalkışmak yerine, kendi istek ve arzularını değiştirme çabası vermesinin iyi olduğunu söylemiştir. Ahlaki seçim olgusu üzerinde duran Descartes, burada neyin bizim gücümüz dahilinde olup, neyin olmadığını anlamanın büyük bir önem arzettiğini söylemiştir. Ona göre, biz, gücümüz sınırları içinde kalan şeyleri gördükten sonra, gerçekten iyi olanla kötü olanı birbirinden ayırmalı ve iyi olduğuna hükmettiğimiz şeyleri gerçekleştirmeye çalışmalıyız.

Başka bir deyişle, insanın yaşamdaki amacının mutluluk olduğunu söyleyen Descartes'a göre, insana mutluluk veren şeyler iki türlüdür. Bunlardan birincisi, bilgelik, erdem ve ölçülülük gibi salt bize bağlı olan şeylerdir; ikincisi şan, şeref ve zenginlik gibi, doğrudan doğruya bize bağlı olmayan şeylerden meydana gelir. Tüm gücümüzü birinciler üzerinde yoğunlaştırmamız gerektiğini söyleyen Descartes, bu yolda kendilerine uymanın bize yarar sağlayacağına inandığı üç kural vermiştir:

1, Kişinin, ne yapıp ne yapmaması gerektiğinin sağlam bilgisine ulaşmak için, elinden gelen her çabayı göstermesi; 2, insanın, aklın buyruklarını hayata geçirmesi için, kararlı olması, arzuların kışkırtıcılığına yenik düşmemesi; 3, kişinin sahip olmadığı ve olamayacağı tüm iyileri, kendi gücünün sınırlarını aşan şeyler olarak görmesi ve onları istememeye çalışması gerekir.

 

Ana Sayfa