BATI ÇALIŞMA GRUBUNUN KURULUŞ, AMAÇ
VE FAALİYETLERİNİN DEGERLENDİRİLDİĞİ DAVA DİLEKÇESİ

Hacı Ali Özhan...................................Hukuk Dünyası Yıl :1 Sayı:3 – 4 yayımlanmıştır

...DAVANIN ÖZETİ

...YARGILAMA SÜRECİ

...DAVANIN HUKUKİ DURUMU

...DAVANIN HUKUKİ DEGERLENDİRİLMESİ

...ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

...SONUÇ

ANKARA (2) NOLU DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

Sanık Vekili :Av. Hacı Ali OZHAN

Konu : Müvekkilim ...... SAVUNMASIDIR.

I-DAVANIN ÖZETİ

Müvekkilime, posta vasıtası ile meçhul kişiler tarafından gönderilmiş olan zarf içinden çıkmış bulunan:

-36- TSK 'inde mezhepçi yapılanma,

-37- Haber toplama,

-38- Laiklik aleyhtarı faaliyetler,

-39-40- BÇG Bilgi ihtiyaçları,

-41-43- BGÇ Rapor sistemi,

-44-54- Batı Harekat konsepti, konulu, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde oluşturulan "Batı Çalışma Grubu" ismi ile anılan ve bazı generallerce imzalanmış belgeler olduğu görülmektedir.

Müvekkilim bu belgelerin içeriğinin TCK'.na göre suç işlendiği kanısı ile TCK'nın İ51. maddesi gereği ilgili makamlara bildirmek zorunda olduğu gibi, sorumlu bir vatandaş bilinci ile 28-07-1997 tarihinde Başsavcılığınıza şikâyet ve ihbarda bulunmuştur. (55) (Hz:97/285)

Müvekkilim bu şikâyetinden 2 gün sonra 31-07-: 997 tarihinde, duyarlı bir vatandaş olmasının yanında bir sıvası parti genel başkanının asli görevi olan demokrasi ve hukuk devleti kaygılan ile basın toplantısı düzenleyerek. Batı Çalışma Grubu olarak tanımlanan ve yukarıda konulan gecen belgeler hakkındaki görüşlerini düşünce açıklamak özgürlüğü içerisinde eleştirerek basın mensuplarına açıklamıştır.

Başsavcılığımızca, BÇG' nun illegal yapılanma olmadığı, devlet düzenini korumak amacıyla yapılan çalışmalarda bu suçlara ilişkin "kasıt" unsurunun olamayacağı kanısına varılmıştır denilerek 04-08-1997 tarihinde Takipsizlik kararı verilmiştir.

Başsavcılığımızca, müvekkilimin 31-07-1997 tarihli basın toplantısında devletin j emniyeti, dahili ve beynelmilel siyaseti bakımından gizli kalması gereken belgeleri basın mensuplarına dağıtarak ifşa etmiştir denilerek TCK' nun 136/1. maddesince cezalandırılması amaç işbu dava açılmıştır. (Dava tarihi: 07-08-1997)

II- DAVANIN YARGILAMA SÜRECİ:

l- Müvekkilimin şikâyeti üzerine Başsavcılığımızca 97/285 Hz. sayılı soruşturmada, şikâyet olunanların halen görev yaptıkları kurumların Genelkurmay Başkanlığında görevli bir subay, bilirkişilik yapmak üzere görevlendirilmiştir. (56) 129-07-1997 tarihli yazı l

Şikâyet olunanlar. Genelkurmay Başkanlığında en üst görevlerde bulunmuş olmalarına rağmen ihalen görevleri devanı ediyor! Başsavcılığınızca Genelkurmay Başkanlığına bilirkişi tayini içerikli vazıh talepte bulunması. Genelkurmay Başkanlığınca da emirle tayın edilen kurum görevlisi bir subayın bilirkişi olarak 30-07-1997 tarihinde Başsavcılığımızca (531 inceleme tutanağı adlı rapora alınmıştır.

Müvekkilimce şikâyetinde belirtiler; suç konuları ve hukuki nedenleri incelenmediği gibi bunların dışında "gizli kalması tereken" belgelerden olup olmadığının tespiti için bilirkişi görevlendirilmiş, bilirkişice de belgelerin gerçek olduğu, gizli olduğu, belgelerin elde edilerek ifşasının suç olduğu yönünde beyanda bulunulmuştur.

Başsavcılıkça müvekkilimin şikâyeti konusu, olay ve hukuki kapsamı dışında -âdeta işbu davanın açılmasına yönelik amaçlı- bilirkişiden alınan görüş ile, Genelkurmay Başkanlığından alınan cevabi yazı ile 39-30/7/1997 tarihinde belgelerin gizli olduğuna karar verilmiştir.

Nitekim iddianamede müvekkilimin şikâyeti birinci paragrafta belirtildikten sonra ikinci paragrafta Genelkurmayın yazısı ve bilirkişi raporundan bahsedildiği gibi, bunlara dayanılarak davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar dördüncü paragrafta 31-7-1997 tarihli basın toplantısı ile gizli kalması gereken belgelerin ifşasından bahsedilse de işbu davanın açılma nedeni kanımızca basın toplantısı değil. Başsavcılığa suç ihbarında bulunulmasıdır.

Bir suç ihbarı üzerine, âdeta neden suç ihbarında bulundunuz dercesine hem de şikâyet olunanların emri altındaki makam ve kişilerin cevabi yazı ile bilirkişi raporuna dayanılarak dava açılması hukuken ilginç olduğu kadar hukuk tarihinde -belki- çok az rastlanır bir durumdur.

2- Başsavcılıkça, müvekkilimin şikâyeti ; üzerine inceleme yapılmadan 04-08-i 997 tarihinde takipsizlik karan verildiği gün. 04-08-1999 tarihinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne yazı yazılarak aynen, "...Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Hasan Celal Güzel' in gözaltına alınması. Savcılığımızdan gözetim süresi istenilmesi, ekte gönderilen belgelere göre sorgusunun yapılması ve evrakın ikmalen sanığın mevcutlu olarak Savcılığımızda hazır bulundurulması önemle rica olunur' denilerek gözaltı talimatı verilmiştir.

Müvekkilim. Devletin en üst makamlarında görev yapmış Başbakanlık Müsteşarlığı sonra da Parlamentoda üyelik ve Yürütme organında üç değişik Bakanlık görevinde bulunmuş, Bakanlar Kurulu ile MGK'nın koordinasyonunu sağlama görevi yaptığı gibi. uzun yıllar M G K 'u üyeliği yapmış tecrübeli bir devlet adamı olup, halen de bir siyasi partinin genel başkanlığını yürütmektedir.

Tutuklama bir tedbir olmasına karşın ve CMUK' un tutuklama koşullan mevcut değilken müvekkilimin gözaltına alınması ile Emniyet birimlerince sorgusunun yapılmasının düşünülmüş olmasının yanında gözaltının uzayacağı dileğiyle "Savcılığımızdan gözetim süresi istenilmesi" talimatının verilmesi Mahkemenizce düşünülmesi gereken önemdedir. Keza. dosya içerisindeki bir gazete kupüründen de görüleceği üzere soruşturma savcısının tutuklama isteyip istemeyeceğinin belli değil, ifadeden sonra ne olacağı belli olacak" açıklaması yapmasına karşın ve ifade aşamasında da tutuklamaya yetecek delil ve gereklilik doğmamasına rağmen Yedek Hakimlikten tutuklanması talepli istekte bulunulması hukuken anlaşılır olmaktan uzaktır.

Başsavcılığın talimatı üzerine aynı gün 04-08-1997 tarihinde Terörle Mücadele görevlilerince genel başkanı bulunduğu YDP' nın genel merkezinde müvekkilim gözaltına alınmış l günlük gözetimden sonra da 5-8-1997 tarihinde mevcutlu olarak Savcılığa çıkarılmış, tutuklama istemli gönderildiği 11 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesince (.97/144 D.iş delillerin mahiyeti keza delillerin mevcut durumu itibariyle tutuklamaya ilişkin talebin reddine" karar verilerek müvekkilim salıverilmiştir.

Başsavcılığın tebligatı ile ifade vermeye gelecek müvekkilimin kaçması şüphesi yokken, delilleri karartma söz konusu değilken, yasal olup olmadığı tanışılan belgelen :fşa etme suçundan hem de en yüksek devlet görevi üstlenmiş bir siyası parti genel başkanım, sıvası partinin genel merkezinde emniyet birimlerince gözaltına alınması talimatının verilmesinin gerek hukuki gerek yerindelik anlamında takdirini ve bu şekildeoluşturulan iddianame önyargısını mahkemenize bırakıyoruz.

3- Müvekkilim vekilince 10-11-1997 tarihli duruşmada Genelkurmay Başkanlığından brifing notlarının getirilmesi talep edilmiş, Savcılığın talebin reddi görüşüne karşın Mahkemenizce aynen,

GD. "l- Aleniyeti tespit açısından BÇG' nun brifing notlarının istenmesi için Genelkurmay Sekreterliğine yazı yazılmasına,

2- Brifing notlarının incelenmesi ile olay açıklığa kavuşacağından DKK ve İçişleri Bakanlığının konuşma metinlerinin istenilmesine yer olmadığına" denilerek, ara kararı verilmiştir.

Genelkurmay Başkanlığınca 25-12-1997 tarihli cevabı yazıda, "gizli gizlilik derecesi taşıyan söz konusu birifıngler Genelkurmay Başkanlığınca ilgili muhtelif kesimlere bilgilendirilmek amacıyla takdim edilmiştir, gereğini nca ederim" denilerek mahkemeniz talebi gereği olan bnfıng notları gönderilmemiştir. Genelkurmay Başkanlığı ve onun sorumlu olduğu Başbakanlık, hatta Cumhurbaşkanlığı Makamı da dahil hiçbir makam herhangi bir mahkeme kararının gereği olan bilgileri göndermekten kaçınıp gerçeğin onaya çıkmasını, adaletin oluşumunu engelleyemez. Brifing notlarının mutlaka gönderilmesi gerekirken aksine gönde-rilmeyip ne anlama geldiği belli olmayan ilgisiz bir cevap verilmesi, sonunda da "gereğini rica ederim" ifadesi bir ahkemeye karşı, yazan Genelkurmay Başkanlığı da olsa uygun olmamaktan öteye kabul edilemez.

Genelkurmay Başkanlığınca ara kararı gereği brifing notlarının gönderilmemesi üzerine, duruşmada tekiden mutlaka brifing notlarının gönderilmesinin sağlanması müvekkilimin vekillerince ısrarla talep edilmesine karşın (19-01-1998 tarihli duruşma) Savcılığın vazgeçilsin görüşü gibi Mahkemeniz de aynen, "Toplanan delillere ve dosya kapsamına göre birifıng notlarının giderilmesin de fayda görülmediğinden ve mevcut kanıtlarla karar verilebileceğinden brifing notlarının getirilmesine yer olmadığına" karar verilerek dosya mütalâa için Savcılığa verilmiştir.

Aleniyet konusu davanın esası ile doğrudan ilgili olmasına, karan belirleyici özellikte bulunmasına karşın, üstelik ara kararında da aleniyeti tespit açısından istenilmesine belirtilmesine rağmen delil durumunda ve dosya kapsamında değişiklik olmamasına karşın, ara karan gereği olan birifıng notlarının getirilmesi kararından vazgeçilmesi izah edilmediği gibi anlaşılamaz şekilde mahkemenizce karar verilmesi yanlış olmuştur. Dosya bu yönüyle, hem de davanın özüne ilişkin bir eksiklik nedeniyle karar verilebilecek düzeyde değildir.

Genelkurmayın göndermeme ve cevabi üslûbu konusunda Mahkemenizin durması gerekirken, iddianamede Savcılıkça "yargı mensuplarına ve bazı kuruluşlara verdiği brifinglerde bu belgeler açıklanmamıştır" denmesi bile brifing notlarının getirilmesini zorunlu koştuğu gibi, âdeta Genelkurmayın birifıng notlarını Mahkemenizden gizlemesine hem de dava için çok önemli olmasına karşın ara kararınızdan vazgeçilmiştir.

Brifing notlarının getirilmesi müvekkilim vekilince talep edilmesi üzerine Savcılığın talebin reddi görüşüne karşın "aleniyeti tespit" açısından diyerek dava için önemsenecek delil gerekçesi ile Mahkemenizce istenilmesi yönünde karar verilmesi halinde ancak cevabın yeterli olması, talep sahiplerinin vazgeçmesi veya Savcılık ile sanık vekillerinin aynı görüşte olmayan hallerinde vazgeçilebilirdi. Mahkemenizin vazgeçme kararı hukuken yerinde değildir.

Başsavcılığın 29-7-1997 tarihli yazısına (hz:97/285) aynı gün cevap veren Genelkurmayın. 30-7-1997 tarihinde bilirkişi raporunun sağlanmasındaki isabetli duyarlılık ve hızlılık ne yazık ki Mahkemeniz yazısı üzerine 45 gün sonra cevap verilmekte, notların gönderilmemesi yanında gerekçe belirtilmesi gerekirken, ne anlama geldiği belli olmayan ilgisiz bir cevap verilmesi, âdeta birifing notlarının gizlendiği izlenimi verdiâi gibi üzerinde düşünmeye değer önemdedir.

III-DAVANIN HUKUKÎ DURUMU:

l - İddianame ve mütalâada müvekkilimin TCK' nun 136/1 maddesince cezalandırılması talep edilmiştir. 136/1 madde aynen,

"132. maddenin iki, üç, dört ve beşinci fıkralarında yazılı, gizli kalması lazım gelen malumatı ifşa eden kimseler... cezalandırılır." demektedir. 3038 sayılı kanunla esasa ait olmayıp tabir ve kelimeler üzerinde değişiklik yapılan 136 inci madde İtalyan Ceza Kanununun 256 inci maddesinden aynen alınmıştır.

Suçun maddi unsuru -aşağıda izah edilecektir- devletin menfaatine olan belge olması, bunun gizli kalması (devlet sim) ve ifşa (açığa vurma) edilmesidir.

Bir Yargıtay kararında aynen, (Ek-i) (l.CD.26-6-1969, 66/1996) "...ifşa anında gizlilik vasfını muhafaza etmesi ve failinde böyle bir malumatı, sır olduğunu ve bu vasfını muhafaza ettiğim bilerek neşir ve ifşa etmiş bulunması gerekir... sır vasfını tamamen kaybetmiş olduğu meydana çıkmasına nazaran"

A-...sır olma vasfını muhafaza eylediğini kabule sevk eden kesin subut delillerinin nelerden ibaret olduğu... kabule şayan gerekçesi açıklanmadan

B-... sır olduğu ve halen dahi bu vasfını muhafaza eylediğini bilerek ifşa etmiş olduklarının ne suretle anlaşıldığı mucip sebepleriyle izah olunmadan denilerek mahkumiyet kararı oybirliği ile bozulmuştur.

Müvekkilim BÇG organizasyonu ve Genelkurmaya ait belgelerin sır olduğunu bilerek ifşa etmediği gibi adı geçen belcelerin sır olmadığını ve devlete ait kanuni belge olmadığı, yasadışı bir grupça suç işlemek amaçlı hazırlandığı kanısındadır. Nitekim bu

kanısı gereği Savcılığınıza suç ihbarında ve şikâyetinde bulunmuş, beraberinde de Başbakanlığa belgeleri ekleyerek bildirmiştir. Davanın gelişiminden açıkça anlaşılacağı üzere Yargıtay kararında ifsa' nın sır olduğunu bilerek yapılması unsuru yoktur. Bu durum tek başına beraat sebebi " önemindedir.

2- 136/1 maddesince atıf yapılan 132 inci maddesinde,

2 inci fıkrasında "Gizli kalması Devletin ...menfaatleri icabından olan malumatı istıhtsal eden ....cezalandırılır”

3 üncü fıkrasında "Selahiyetli makamların ...menettiği malumatı istihsal eden kimse ....cezalandırılır.

4 üncü fıkrasında "Yukarıdaki fıkralarda yazılı fiiller, devletin harp hazırlıklarını ...tehlikeye koymuş ise... cevap verilir"

demektedir. 5 inci fıkrası olmayan bu madde 3038 sayılı kanunla şekli degişikliğe uğramış 2 inci fıkrası İtalyan Ceza Kanununun 256 inci maddesinden aynen alınmıştır.

2 inci fıkranın değişiklik nedeni olarak Adliye Encümeni mazbatasında (Ek-2) (8-6-1936 tarih 1/204. 1/495 E, 51 karar) aynen,

"ikinci ve üçüncü fıkralarda yapılan değişiklik gizli kalması lazım gelen malumatı "elde eden" yerine "istihsal eden" tabirinin konması şeklindedir.

Bundan maksat, tesadüfen böyle bir malumatı elde eden kimsenin hareketinin suç sayılamayacağını ve bu suçun teşekkülü için, gizli kalması lazım selen bu gibi malumatı bazı teşebbüslerde bulunmak suretiyle istihsal etmek lazım geldiğini tebarüz ettirmektedir." diyerek maddenin uygulama alanı daraltılmıştır.

2 inci fıkranın hedefi devletin şahsiyetini ve dolayısıyla emniyetini korumaktır. Burada korunan şey sağlanan bilginin sır olması değil devletin güvenliği ve siyası menfaatleridir.

(Ek-3) (Y.l.CD 20-4-1967 873/1023) (Garcon. Code Penai s.366/3)

Bir başka Yargıtay kararında (ek-4) (l.CD.9-1-1973 4640/19) "Gizli bilgilerin kavramının bu maddenin ikinci fıkrasındaki manası Hükümet işlerinde yer alan ve fakat milli veya milletlerarası dergilerde yayımlanmayan bilgilen kapsar" diyerek Gizlilik kavramının Hükümet işlemleri ile sınırlı olduğu kararı verilmiştir.

Yukarıdaki anlatımlardan anlaşılacağı üzere 132 maddenin 3 üncü ve 4 üncü fıkrası davamızla ilgili değildir. 2 inci fıkrasında da "elde eden" değil "istihsal eden" cezalandırıl-maktadır. Müvekkilime posta ile gönderilen söz konusu belgeler istihsal eden şeklinde yorumlanamaz. Çünkü belgelen temin için herhangi bir teşebbüs yapılmamıştır.

Dolayısı ile 136/1 maddesinin delalet ettiği 132/2,3,4 üncü fıkraları müvekkilim yönünden oluşmamıştır. 136/1 cezalandırma maddesinin dayanağı kalmamıştır.

IV-DAVANIN HUKUKİ DEĞERLENDİRİLMESİ:

l- Davanın kapsamı ve niteliği gereği Batı Çalışma Grubu olarak tanımlanan organizasyonun yasal olup olmadığı, hatta Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev alan personelin böyle bir organizasyonun içinde veya kurucusu olarak "görevlen gereği" görev üstlenip üstlenemeyecekleri üzerinde özellikle durulması gerekmektedir.

 

A- Müvekkilimce, Batı Çalışma Grubu' nun yasal olmadığı görüşü basın toplantısında, Emniyet ifadesi ve Savcılık ifadesinde, Mahkemeniz huzurunda yaptığı savunmada açıkça dile getirilmiştir. Hatta BÇG' nun faaliyetlerinin suç olduğu nedenle de şikâyette bulunmuştur.

Başsavcılık, takipsizlik kararında (97/285 Hz) ve iddianamede, Batı Çalışma Grubunun illegal olmadığını varlığı ve amacı çok önceden kamuoyuna açıklanmış bir organizasyon olduğunu söyleyerek Türk Silahlı Kuvvetleri ve Batı Çalışma Grubu devletimizin anayasal düzenini yıkmak amacı ile değil, tersine korumak amacıyla çalışmalar yapmıştır demektedir.

Batı Çalışma Grubu' nun yasal olup olmadığı basında ve kamuoyunda tanışma konusu olmuş en yetkili kişilerin açıklamaları basına yansımıştır. Dosyada bulunan (Milli Kütüphaneden gelen kupürde) 10-07-1997 tarihli Hürriyet gazetesine atfen Eski İçişleri Bakanı Sn. Akşener' in kendi döneminde oluşturulan BÇG' nin yasadışı olduğunu açıklaması üzerine dönemin DKK' nı Sn. Erkaya' nın cevabı yayınlanmıştır MKG' kararının açıklanması hukuken bir dizi usule bağlanmışken buna aykırı olarak 28 Şubat MKG'de ilticanın bir nolu sorun olduğunun tespit edilmesinden sonra 5442 nolu il idare kanununa dayanılarak emniyet, istihbarat, güvenlik çalışmalarının yürütülmesi amacıyla kurulmuştur, açıklamasında bulunmuştur. Devamla "Bu amaçla gerekli bilgilerin elde edilmesine yönelik olarak TSK' nın rapor sistemi genelgesi içerisinde ihtiyaç duyulan bilgilerin sıralanmak suretiyle genel kriterler ortaya konmuş ve bir rapor sistemi geliştirilmiştir. Söz konusu çalışan belge bu ihtiyaçları karşılamak üzere hazırlanmış taslak bir çalışmadır" diye açıklama yapmıştır.

Bir kurumun yasal olup olmadığı hiç kuşkusuz dayanağını yasalardan almasıdır. Yasalarımızda herhangi bir devlet biriminin. sivil toplum örgütünün nasıl kurulacağı, faaliyetten, amaçlan, temsili organları, denetimi ve yönetimi açıkça belirtilmiştir. Batı Çalışma Grubu şeklinde bir organizasyonun dayanağı mevzuatımızda olmadığı gibi müvekkilimce basın toplantısı ve savunmada ayrıntılarıyla açıklandığı üzere zorlama yorumlarla da olsa hukuki dayanak bulunamaz. Anayasadan ve yasalardan dayanağı olmayan hiçbir devlet örgütü kurulamaz.

B- Bir devlet örgütünün kuruluşu yasalara uymak zorunda olduğu gibi amacının da yasalara uygun olması zorunludur. Dosyada bulunan 36-54 numara arasındaki belgelere bakıldığında BGÇ' nın faaliyet biçimi ve amacı yasalara aykırıdır. Devlet birimlerinin

yasalara aykırı suç faaliyetlerim izlemesi, denetlemesi, engellemesi ve cezalandırması doğal olmasına karşın, bütün faaliyetlerini hukuk devleti ilkesine uygun ve hukuk içinde yapması zorunludur. İrtica üe mücadele yasalarımıza göre -konusu suç olanlar- emniyet teşkilatına verilmiştir. Bu konuda Silahlı Kuvvetlerin irtica tespiti, rapor hazırlaması, birifıng düzenlemesi kanuni görevleri olmadığı gibi, bu amaçla hukuk sistemimizde bulunmayan "organizasyon" tanımlaması ile bir özel örgüt kurulması kanunen mümkün değildir. Devlet, vatandaşlarından kanunlara uymalarını isterken en başta devlet görevlilerinin uyması gereği çok açıktır.

Örneğin 37 nolu belgede "Kara Kuvvetlerinin tüm personeli ve aileleri birer bilgi toplama vasıtasıdır" diyerek personelin eş ve çocuklarının elde ettikleri her türlü bilgi, belge ve haberi üst komutanlıklara bildirmesi emri verilmiştir. Kanunlarımızda böyle bir görev olmadığı gibi aileleri kapsayacak genişlikte bir yetkilendirme hem de emir olarak verilmesi yasalara aykırı olduğu gibi bir devlet kurumunun devlet imkânları ile kurum ilişkilerinin kötüye kullanımı suç teşkil etmektedir.Hatta öyle ki personelin aileleri tabiri ile yüz binlerce insanı emir yetkisi kullanılarak suç işlemeye yönlendirmektir.

38 nolu belgede camilerdeki hutbe ve vaazların takibi ile rapor hazırlanması yönündeki bir faaliyet Garnizon Komutanlığının görevi olamaz. Camilerde suç işleniyorsa emniyet birimleri, idari kusurlar varsa Diyanet İşlen Başkanlığına kanun görev vermiştir. Hiçbir devlet kurumu başka bir devlet kurumunun görev ve yetkilerini kullanamaz. Hatta adı geçen devlet kurumlan asli görevlerini yapmıyor olsalar dahi bir başka devlet kurumunca "durumdan vazife çıkarmak" şeklinde bir yorum ve davranış içinde olamaz. Kaynağını Anayasadan almayan hiçbir devlet yetkisi, devlet adına kullanılamaz. Aksi halde hukuk devletinden söz edilemez.

39-40 nolu belgede "istenilen bilgi ve raporlara" ilave olarak tüm derneklerin, vakıfların, meslek kuruluşlarının, sendikaların, fakültelerin, yurtların, siyası artı il ve ilçe yönetimlerinin, basın kuruluşlarının, il genel meclisi ve belediye meclis üyelerinin, vali, kaymakam, belediye başkanı ile müdür ve daire başkanlarının siyası görüşleri veya yönlerinin, biyografilerinin rapor edilerek Deniz Kuvvetlen Komutanlığına gönderilmesinin istenilmesi kanuni olamaz. Bu faaliyetin kanuni dayanağı yoktur. Yüz binlerce kamu görevlisinin, sivil toplum örgütünün siyası görüşlerinin rapor edilmesi, biyografilerinin istenilmesi adeta fişlenmesi ancak diktatörlükle yönetilen ülkelerde dikta yasaları ile mümkün olabilir. Böylesine çok geniş çaplı istihbarat çalışması ancak açık, kesin ve özel bir kanunla mümkün olabilir. İç Hizmet Kanununun 35 inci maddesine bütün hukuk yorumları dışında yorum yöntemleri ile zorlama anlamlar yükleyerek gerekçe yapılamaz.

Kısaca, BÇG' u tanımlaması ile oluşturulan "organizasyon" hukuken korunamaz bir amaç taşımaktadır. Sn. Erkaya' nın belirttiği 5442 nolu il idare kanununun hiçbir maddesi BÇG' nun kurulması, faaliyetleri ve amacının dayanağı olmadığı gibi bu konu ile de ilgisizdir.

C- Batı Çalışma Grubu tanımlaması ile oluşturulan organizasyonun biçim yönünden kanuni dayanağı olmadığı gibi kuruluş ve faaliyetleri yönünden de kanuni dayanağı yoktur. Bu organizasyonun varlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin içinden emir yetkisi kullanılarak faaliyet gösterildiği belgelerden açıkça anlaşıldığı gibi aksi de iddia edilmemektedir.

40-54 nolu Batı Harekat Konsepti konulu belgenin 10 uncu sayfasında z/ad işaretli paragrafın ilk cümlesinde "Batı Çalışma Grubu oluşturulan her kademede irticai olay ve faaliyetlerle ilgili bir bilgi bankası oluşturulmalıdır" denmektedir.

42-43 nolu belgede Genelkurmay Başkanı Emriyle II nci Başkan imzası ile "ilgi (a) ile teşkil edilen BCG' na" denildikten sonra son cümlesinde "bilgilerin gecikmeksizin BCG' na aktarılması sağlanacaktır" demektedir. BÇG' nun teşkiline atıf yapılan ilgi (a) da ise aynen "Gnkur .Bşk lığının 10 Nisan 1997 gün ve HRK:7200-77-97/İGHD (PI-2) sayılı emri. (HAY)" diyerek BÇG' nun bizzat Genelkurmay Başkanlığı içerisinden oluşturulduğu, konsepten anlaşıldığı üzere de faaliyet yürüttüğü açıktır.

Nitekim iddianamede BÇG organizasyonunun varlığı kabul edildikten sonra, "bu belgeler sanığın iddia ettiği gibi BCG' na değil Genelkurmay Başkanlığına ait belgelerdir" denilmektedir.

36-54 numara arasındaki adı geçen belgelen düzenlemek Genelkurmayın görev ve yetki alanına girmediği gibi Türk mevzuatına göre çok özel görevler haricinde hiçbir devlet kurumunun görevine girmemektedir. Aslında belgelerdeki usul ve amaç ve kapsam da bir istihbarat görev ve yetkisi de yoktur.

1324 sayılı Genelkurmay Başkanının görev ve yetkilerine ait Kanunun görev, yetki ve sorumluluk başlıklı 2 inci maddesinde adı geçen belgelerdeki türünde bir görev olmadığı gibi BÇG'u biçiminde bir organizasyon çalışması da yoktur. Diğer maddelerinde de hüküm olmadığı gibi 1325 sayılı kanunda da bir görevlendirme yetkilendirme yoktur.

Böylesine önemli, kapsamlı özel nitelikli bir görev kanuni dayanağı olmadan yapılamaz. Hiçbir kamu görevlisi kendisine görev çıkaramaz. Laiklik ilkesi ne kadar korunmalı ise Hukuk devleti ilkesi de özenle korunmalıdır. Kanunların tanımladığı bir suç varsa yine kanunlar içinde mücadele zorunludur. Kanunlarda boşluk varsa bunların doldurulması ve takdiri Parlamentoya aittir. Hukuk devletinde kargaşa savunulamaz, kanunla düzenlenecek bir görev kamu görevlilerince kişisel yorumlan ile oluşturulamaz.

Bir kısım askeri personelce görevleri dışında, hem de demokratik devlette olmayacak görevler üstlenerek, en azından başka kurumların görevine giren konularda görev ve yetki amaçlanamaz. Keza Asken kurumların imkânları ve emir yetkisi bu amaçla kullanılamaz. Amacı kanunların içinde veya meşru olsa dahi, bir kamu görevlisi kuruluş kanunu olmadan bir oluşum, kurul, organizasyon vb. örgütlenme içinde olamaz. Organizasyon tanımı Türk mevzuatında olmadığı gibi, grup şeklinde bağımsız bir devlet birimi de yoktur. Aslında BÇG' nun kanunen nereye konacağı nasıl tanımlanacağı sıkıntısı nedeniyle Savcılıkça "organizasyon" denmiş "illegal bir yapılanma değildir" denmiştir. Nitekim iddianamedeki bu belgeler BCG' na değil, Genelkurmaya aittir denilmesi de bu kaygıdandır. Organizasyon, grup. platform benzen deyimlerin resmi bir geçerliliği olmadığı gibi ancak sivil örgütlenmede söz konusu olabilir. Bir kamu görevlisi devlet adına bir devlet görevim bu şekilde kuramaz, amaçlayamaz, yürütemez. Amacı çok ulvi olsa bile.

D- Başsavcılık, takipsizlik kararında Batı Çalışma Grubunun varlığı ile belgelerin varlığının gerçek olduğunu kabul ettikten sonra TSK ve BÇG' nun devleti korumak amacıyla çalışma yaptığını, dolayısı ile şikâyet olunan suçların "kasıt" unsurunun olmadığı kanısına vararak takipsizlik kararı vermiştir. Keza, TSK'nin görevi yalnızca ülke sınırlarını korumak değil denerek 211 sayılı iç hizmet kanununun 35 inci maddesine atıf yapılarak iç güvenlikle, irtica ile mücadelede görevi olduğu yorumu yapılmıştır.

Savcılık mütâlasın da, 35 inci maddeye atıf yaparak, irticai faaliyetlere karşı mücadelede TSK'nin görevli olduğunu bu nedenle raporlar da hazırlayabileceğini belirtmektedir.

Bir kere irtica ile mücadele TSK'nin görevi içinde görülse bile, bunu kanuni örgüt ve çalışma usulleri içinde yapması zorunludur. Kaldı ki müvekkilimin savunmasında ve basın toplantısında ayrıntıları ile izah ettiği üzere TSK'nin iç güvenlikte görevi yoktur. Anayasada bu konuda hüküm olmadığı gibi m:35 de dahil bir kanun hükmü yoktur.

TSK' nun umumi vazifeler başlığı altında 35. maddede belirtilen görevi Türk yurdunu Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamaktır. İç hizmet yönetmeliğinin 85. maddesinde "vazifesi, Türk yurdu ve cumhuriyeti içe ve dışa karşı" denilmesinden iç güvenlik görevinin varlığı sonucu çıkarılmaktadır.

İç güvenlik konusunda ve içe karşı koruma görevinin kabulü demokrasiye ve hukuk devletine aykırı olduğu gibi maddenin lafzı yorumundan da bir sonuç çıkarılamaz. Aksi halde TSK'ne siyasi görev verilmiş olacağı için Anayasadan kaynaklanmayan bir yetki düşünülemez. Anayasa düzeyinde açıkça belirtilebilecek nitelikte bir yetki bir yönetmelik hükmündeki yalnızca "iç" hecesinden dolayı Başsavcı gibi yorumlanamaz. Yine yönetmeliğin dayanağı 720 inci maddede belirtilen Kanunun 120 inci maddesi "bu kanunda mevcut olan hükümlerin... tatbik şekli... talimatname... olunur" diyerek yönetmeliğin kanun hükümleri yönünde düzenleneceği genel ilkesini belirtmiştir. Kanunda olmayan 35 inci maddede olmayan bir anlam, amaç, izah yönetmeliğe aktarılamaz.

Yönetmelik Başsavcı gibi yorumlansa bile. dayanağı olan 35 inci madde bu şekilde yorumlanamaz. 35 inci madde Başsavcı gibi yorumlansa bile Anayasanın 117 maddesi bu şekilde yorumlanamaz. Hukuk Devleti ve Demokrasinin esasları gereği bir silahlı örgüte iç güvenlik, siyaset yapmak, irticai ile mücadele görevi verilemez. Ancak hukuk içinde hukuk kurum ve kuralları ile mücadele edilir.

946 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 4 ncü maddesiyle (1923 sayılı yasa ile değişik) görev ve sorumlulukların iç hizmet kanunu ve yönetmeliği ile diğer kanunlarda gösterilir hükmünü getirmiştir.

İç hizmet Yönetmeliğinin 158 inci maddesi "Garnizon komutanının vazifeleri" başlığı ile 11 inci bendinde aynen, (Belge 38) "isyan, ihtilal gibi hallerde hususi kanuna göre icap eden kuvvetlerle Hükümete yardım etmek" şeklinde tanımlanan bir görev vermiştir. Bu maddenin konu ile ilgisi olmadığı gibi başka hiçbir maddesinde BÇG' nun kuruluş, amaç ve faaliyetlerine dayanak yoktur. Aynı şekilde TSK'de bu maddeden yorumla irtica ile mücadele görevi üstlenemez.

Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili halen yürürlükte bulunan yukarıda bahsedilen hiçbir kanunda TSK'nin iç güvenlikle ilgili görev ve yetkisi yoktur. Başkada kanun yoktur. Yalnızca Yönetmeliğin 85 inci maddesinde geçen "iç" kelimesinden hareketle, . açık bir anlatımı olmamasına karşın, bütün kanunları ve .Anayasayı göz ardı ederek böylesine önemli bir konuda görev icadetmek hukukî bir tarz olamaz. Üstelik çok önemli bir kurum olarak ve müvekkilimin de "benim gözbebeğimdir" diyerek tanımladığı TSK'nin manevi değeri, fiziki yapısı ve emir yetkisi kullanılarak yıpratılmasına neden olan bir hukuk yorumu doğru ve yerinde kabul edilemez.

Yönetmeliğin 33 ncü maddesi açıkça emirlerin aynen, "Emirlerin hizmete mütaallik olması ... kanun ve nizamları ihlal etmemesi şarttır." demekte, aksi davranışları da Asken Ceza Kanununun 41 inci maddesi ile cezalandırmaktadır. Keza TCK m. 152, 153 bu yöndedir.

Bir Anayasa Mahkemesi kararında. Anayasanın 117 inci maddesinin yaklaşık aynen karşılığı olan 1961 Anayasasının 110 uncu maddesini yorumlarken aynen,

"Böylece Anayasamız Silahlı Kuvvetlerin barışta ve savaşta hazırlanması ve idaresi görevini Genelkurmay Başkanlığına karşı sorumlu tutmakta, yürütme organı ile Genelkurmay Başkanı arasındaki bağlantıyı kurmuş olmakta ve böylece Başbakana da Hükümet katında olmak üzere, bu işlerin yönetim ve denetiminde görev vermiş bulunmaktadır. Bu maddeyle Başbakana verilmiş bulunan görev, .Anayasanın 105. maddesinde belirtilen genel nitelikteki Başbakanlık görevlerinden ayn ve onlara ek olarak Anayasanın verdiği özel nitelikte bir görev olup, Başbakanın da bu görevlerin yerine getirilmesinden diğer bakanlar gibi Anayasanın 105. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kişisel sorumluluğu vardır. Kuşkusuz Başbakanının bu sorumluğu .Anayasanın 110. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve Bakanlar Kurulunun, ordunun savaşa hazırlanması konusunda TBMM'ne karşı olan müşterek sorumluluğunu ortadan kaldıracak nitelikte değildir. Yani sözü geçen konularda Başbakan, Bakanlar Kuruluna ve Bakanlar Kurulu da TBMM'ne karşı sorumlu durumunda olmakta ve sorumluluk halkaları böylece tamamlanmaktadır..." (Any.Mah.Kararı 14-4-1966 tarih 63/67 E, 66/69 K.) (Ek-5) denilerek açıkça Başbakanın özel nitelikli bir görevinden bahsederek Genelkurmay Başkanlığının sorumluluğu yetkisini vererek, bu konuda bir bakan gibi kişisel sorumluluk içinde olduğunu belirtmiştir.

Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, Genelkurmay Başkanlığının bütün eylem ve işlemlerinden Başbakan doğrudan sorumludur. Dolayısı ile Genelkurmay Başkanlığının bütün etkinlikleri, TBMM' nın Başbakan ve Bakanlar Kurulunu denetlemesi ile sorumluluk halkaları tamamlanarak Anayasanın sistemi içinde milli egemenlik ve milli irade oluşmaktadır. Yasa ve Anayasamızın sözü ve ruhu böyle emrettiği gibi Hukuk devleti ve demokrasinin esasları da bunu emretmektedir. Anayasa kendi içinde yasal sistemini böyle kurmuştur. Demokrasi hukuk devletinde demokratik esaslarla korunabilir. Demokrasinin diktatörlük yöntemleri ile korunması düşünülemez. Buradan çıkarak yorumlar yapılamaz. Kaldı ki yukarıda adı geçen kanun, yönetmelik ve Anayasa hangi hukuk yorumu mantığı ile yorumlanırsa yorumlansın TSK'ne veya içinden oluşturul-

muş bir gruba, organizasyona görev verir şeklinde sonuca ulaşılamaz. Aksi hukuk devletinin özünün ve kendisinin tamamen yok olmasıdır.

Kısaca. IV-1 işaretli bölümde,

A- BÇG' nun kanuni dayanağı olmadığı gibi kuruluşunun da yasal olmadığı,

B- BÇG' nun amacının, faaliyetlerinin yasal olmadığı,

C- TSK'nin içinde BÇG'nun kurulduğu, amacının yasalara aykırı olduğu, meşru haklı olsa bile kanunlara aykırı bir görev üstlenemeyecekleri.

D- TSK'nin iç güvenlikle ilgili görevi bulunmadığı, 1324, 1325, 926 kanunlarda böyle bir görev verilmediği.

İç hizmet Kanununun 35 inci maddesinde de "iç güvenlik" kavramı geçmediği, Yönetmeliğin 85 inci maddesinin iç güvenlik görevi verir şeklinde yorumlanamayacağı ile Anayasa Mahkemesinin konuyu aydınlatan kararı verilerek anlatılmıştır.

Sonuç olarak şunu da belirtmek isterim ki, İç hizmet Kanununun 35 inci maddesi, aynı kanunun 119 maddesi ile kaldırılan 1935 tarihli 2771 sayılı Ordu dahili Hizmet Kanununun 34 üncü maddesinin birinci cümlesi aynen alınmıştır, gerekçesine dayanmaktadır. Gerek gerekçe olan kaynak maddede, gerekse de komisyon tasarısı gerekçesinde TSK'nin görevleri sayılırken (en büyüğünden en küçüğüne kadar ayrıntıları ile sayılmıştır) iç güvenlikle ilgili bir görev verildiği yönünde açık bir cümle olmadığı gibi bu yönde bir izlenim dahi yoktur. TBMM' nin maddeyi kabul gerekçesi ve Meclis görüşmelerinde de bu yönde en küçük bir açıklama yoktur.

Aşağıda izah edileceği üzere, ifşa edildiği iddia eden belgelerin içeriğindeki faaliyet ve amaçlar bu konuda açık bir kanun hükmünü gerektirecek özel bir kanunla düzenlenecek ve Anayasadan kaynağını alacak şekilde düzenlenmesi gereken görev ve sorumluluklarıdır. TSK'nin görevleri açıkça sayılmışken, kısmen Güvenlik Soruşturması Yönetmeliği

ile Emniyet birimlerine verilen görevi, onun da ötesine giderek âdeta ülke sathında yüz binlerce kamu görevlisinin Anayasal temel haklarını ihlal edercesine istihbarat çalışması yapılması demokratik esaslarla, hukuk devleti ile bağdaşamaz, yasal kabul edilemez.

2- Devletin emniyeti açısından gizli kalması gereken belgenin ne olduğu ile ifşa edilmesi üzerinde suçun maddi unsurları açısından gereklilik vardır.

Devletin emniyeti kavramı çok soyut olmakla beraber devletin varlığı, yaşaması bekasıdır. Devletin ulusal ve uluslararası siyasi menfaatini yok eden belgeleri kapsamaktadır.

Devlet sırrı, yukarıdaki nitelikte gizli kalması gereken veya yetkili makamlarca gizlilik kararı verilmesidir. Askeri sır ise ülkenin müdafası ve askeri bakımdan gizli tutulması gereken belgedir.

İfşa, yukarıdaki nitelikteki belgenin sır olduğunu ve halen sır niteliğini koruduğunu bilerek açığa vurmadır.

Aleniyet, yukarıdaki özellikteki belgenin ifşa edilerek, yerinden çıkarak sır sahibi görevli kişi ve makamın denetimi dışına çıkmasıdır.

"Gizli" gizlilik dereceli belge, izinsiz açıklandığı zaman milli güvenliğimize, menfaatlerinize ciddi şekilde zarar verecek, diğer taraftan yabancı bir devlete fayda temin edecek mahiyette olan belgedir.

"Kişiye özel" tanımlı belge, izinsiz açıklandığı zaman milletimizin menfaatim haleldar edecek veya bir şahsın zarar görmesine sebep olacak veya yabancı bir devlete fayda temin edecek mahiyette olan belgedir.

Yukarıdaki tanımlardan hareketle bir devlet kurumunda usulüne uygun olarak yetkili makamlarca düzenlenen ve bilmesi gerekenlerin elinde açığa vurulma hali kanunda cezalandırılmıştır. 3038 sayılı kanunla yapılan değişiklikle "elde edilen" yerine istihsal eden denilerek komisyon gerekçesindeki ifade ile, "...tesadüfen böyle bir malumatı elde eden kimsenin hareketinin suç sayılmayacağını ve bu suçun teşekkülü için gizli kalması lazım gelen bu gizli malumatı bazı teşebbüslerde bulunmak suretiyle..." denilerek elde etme icra hareketini suçun oluşması yönünden zorunlu unsur olarak görmektedir.

BÇG' nun yaptığı faaliyetlerin. Savcılığın kabulü ile Genelkurmay Başkanlığının faaliyetlerinin kendiliğinden yapılabilecek çalışmalar olmadığı, 8-3-1990 tarihli 90/425 nolu Güvenlik Soruşturması isimli Bakanlar Kurulunca çıkarılan yönetmelikten anlaşılmaktadır. Bu yönetmelikte bile BÇG 'nun çalışmalarının çok azı kapsamında ve toplanan bilgiler ve nitelikleri çok hafif derecededir. BÇG' nun bu çalışmaları yasal olmak şartı ile ancak hizmete özel sayılabilir. Gizlilik dereceleri yoktur. 4045 sayılı Güvenlik Soruşturmasına ilişkin kanunla, kanun düzeyinde konunun önemi gereği soruşturmanın konu ve kapsamı iyice daraltılmış bir kısım bilgilerin kayıtlardan çıkarılması düzenlenmiştir. Keza BÇG' nun kaldırılacağı Başbakanca açıklanmıştır.

Böylesine önemli bir konuda yukarıda izaha çalışılan ve yasal dayanağı olmayan BÇG'ca yine yasal dayanağı olmadan bilgiler toplanması yasal kabul edilemeyeceği gibi gizli de kabul edilemez. Başsavcılığın kabulü ile Genelkurmay Başkanlığınca da toplanılmış olsa yasal dayanağı olmayan bir çalışma devlet çalışması olamayacağı gibi onun gizliliğinden den söz edilemez. Taslak çalışma olduğu açıklanmıştır.

Söz konusu belgelerin içeriği, amacı, konusu gizli olabilecek nitelikte değildir. Kaldı ki bu belgelenn devletin emniyeti ve menfaati ile ilgisi de yoktur. Dolayısı ile "sır olduğunu bilerek" ifşa söz konusu değildir. Ayrıca müvekkilimin duruşmada belirttiği üzere, bir belgenin bilmesi gereken kişinin elinden ve yerinden çıkması bile aleniyete çıktığını gösterir. Batı çalışma Grubu ile ilgili kamuoyunda ve basında birçok bilgi ve belge günlerce tanışılmış iken bu yönden araştırma yapılmadan müvekkilim ifşa eni denilerek suçlanması yerinde ve doğru değildir. Suçun maddi unsurları oluşmamıştır.

3- Suçun manevi unsurları da oluşmamıştır. Şöyle ki; suçun işlenişinde ki bilerek, isteyerek kasıt iradesi ile icra edilmesi hali suçun oluşması için kanunun aradığı zorun i u bir unsurdur.

Müvekkilim belgelerin sır olduğunu ve sır niteliğim koruduğunu bilerek ifşa etmeden ziyade, söz konusu belgelerin devlet sim niteliğinde belgeler olmayıp yasadışı ve suç konusu belgeler olduğu düşüncesi ile açıklama yapmıştır. Müvekkilimin suçlandığı maddelerle korunan devletin emniyeti, menfaati yönünde bu irade ile sorumlu bir vatandaş bilinci ile açıklama yapmıştır. Nitekim bu amaçlı olarak Savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur.

Müvekkilim büyük devlet tecrübesinin yanında üstlendiği görevlerin niteliği gereği "gizli" belgelerin ne olduğunu bilen konumda olduğu için, belgelerin devletin emniyeti ile ilgisiz, gizli olmadığı gibi en başta yasal olmadığı nedenle bu rahatlıkla açıklama yapmıştır. Yaptığı açıklamada ve mahkemeniz savunmasında bunları ayrıntıları ile izah etmiş, belgeler hakkındaki görüşlerini eleştirel olarak düşünce açıklamak özgürlüğü içerisinde kullanmıştır. Bir siyasi parti genel başkanı olarak görevi bu olduğu gibi hukuk devletine, demokrasiye bağlı sorumlu bir vatandaş olarak da yapması gerekeni yapmıştır. Kaldı ki en yüksek devlet görevlileri bile BÇG' nun veya Genelkurmayın yaptığı çalışmaların yasal olmadığını açıklamış ve kamuoyunda da tartışılmıştır.

Müvekkilimin Savcılık ifadesinde ifade ettiği gibi 25 yıllık hizmeti boyunca hiç izm kullanmadığı, günde en az 15 saat çalıştığı, devletin bürokrasinin en üst birimlerinde görev yapmış, mülkiyetinde taşınmazı olmayan ve halen kirada oturan bir "idealist"

kişiliği, suçlanan eyleminin neden yapıldığını anlaşılır kılmaya yeter kanısındayım.

V- SONUÇ VE TALEP:

Yasal olmayan en azından yasal olduğu tartışılan BÇG' nun, Savcılığın kabulü ile Genelkurmay Başkanlığının görevlen dışına çıkarak yaptıkları kanundışı çalışma ve belgelerin;

-Kanunen hiçbir geçerliliği olmadığı, yasal olmadığı,

-Devletin emniyeti ve menfaati icabı belgelerden olmadığı,

-Gizli kalması nitelik, kapsam ve amacı taşımadığı,

-Gizli olduğunu bilerek ifşa etmediği,

- TCK 132/2,3,4 fıkralarının konu ve unsurlarının davaya uymadığı nedenle136/1maddesinin dayanaksız kaldığı,

-BÇG' nun kaldırılacağının Başbakan ca açıklanması ile 36-54 nolu belgelerin taslak çalışması olması,

-Belgelerin temini için herhangi bir teşebbüste olmadığı,

-Belgelerin yasal kabul edilse bile "kişiye özel" ve "gizli" gizlilik derecesi taşıyacak nitelikte olmadığı,

-Aleniyete önceden intikal ettiği,

-Devletin emniyeti ve menfaatinin riske girmediği, aksi korumak amaçlı ve korunduğu, nedenleri ile Başsavcılığın iddianame hazırlarken kanımızca önyargılı tutumunu Mahkemeniz bilgisine tekraren sunar,

Yukarıda izah edildiği neden ve gerekçelerimle

-Yasal dayanağı olmayan,

-Maddi ve Manevi unsurları oluşmayan iddia edilen suçtan Müvekkilim ...................... BERAATİNE karar verilmesini vekaleten saygılarımla talep ederim.

Hacı Ali Özhan..........................MAİN PAGE / ANA SAYFA............................. hacialiozhan@hotmail.com

Not: Mahkeme beraat kararı vermiş, Yargıtay’cada onaylanmıştır.